GönderenKonu:  (Okunma sayısı defa)

bagimlilik

  • Forum Üyesi
  • İleti: 6
  • Üyelik Tarihi:
MUTLU EVLİLİK VE İLİŞKİ İÇİN NE YAPMALIYIZ?
Tarih : 14-10-2014 Saat : 01:40
MUTLU EVLİLİK VE İLİŞKİ İÇİN NE YAPMALIYIZ?

Evlilik ve ilişki, her şeyden önce yeni bir süreçtir. İlk konuşulması gereken konu, bu yeni süreci kabullenmek gerektiğidir. Evliliğin ilk yıllarında yaşanan sorunların başında, işbölümü, uyum süreci, bekârlıktan evliliğe geçişi kabul edememek ve kendi hayal ettiği evliliği yaşayacağı beklentisinin gerçekleşmemesinden doğan hayal kırıklığı yer almaktadır.
 
Evliliğin İlk İki Yılında Yaşanabilecek Olası Sorunlar:
•İş bölümü sorunu
•Sosyal yaşam ortaklığı
•Duygusal/ cinsel uyum ve beklenti sorunu
•Ekonomik harcamalar sorunu
•Tarafların aileleriyle ilişkilerinde mesafe sorunu
•Hayal ettiği evliliği yaşayamamak sorunu (hayalden reel yaşama geçiş)
•Çocuk sahibi olma-olmama sorunu
• Güvenmek/ emin olmak sorunu
•“Doğru insan mı?” kaygısı
Genel olarak bakıldığında, evliliğin ilk 2 yılı uyum dönemidir. Burada önerim evliliğin ilk 2 yılı mümkün olduğunca emek verilmeli, bu süre gerekirse 3 yıla da uzatılmalıdır. Bu ilk evrede boşanmaktan, ayrılmaktan söz edilmemeli, bu kelimeler her farklılıkta kullanılacak kadar basite indirgenmemelidir.
Evliliğin ilk evresinde, gereken emek verilmeden boşanma kararı alınmamalıdır. Bu hassas süreç, emek, iletişim, paylaşım ve karşılıklı çözüm inancı ile aşılır.
Çiftler, ilk yıllarda tüm evliliklerde olduğu gibi, yaşanan sorunları sadece kendilerinin yaşadığını zanneder. Böyle olunca da “eşim doğru insan mı?” sorusu ile evliliklerini sorgularlar. Unutulmamalıdır ki bu soruyu evliliğin ilk yıllarında sormayan yoktur.
Aslında ilk evreyi sağlıklı geçirmek, binanın temelini sağlam atmak gibidir. Çünkü bu dönemde çözülmeyen sorunlar ilerleyerek kronikleşir. Sonrasında ise eşinizin öksürüğü bile sizi rahatsız edebilir. Bu rahatsızlığın nedeni öksürük değil, çözümsüz kalmış sorunların birikmesidir.
 
Öneriler:
Evliliğin ilk evresinde, daha ayakkabınızı çıkarıp eve girdiğinizde bekârlıktan getirdiğiniz ön yargıları bir kenara bırakarak adım atmalısınız.
Bu dönemde, sorunların birbirini iyi tanımama ve iş bölümüyle ilgili sıkıntılardan kaynaklandığını bilmeliyiz.
Sorunun evlilikten değil, evliliğin emek vermeden yürümesi beklentisinden kaynaklandığını bilmeliyiz.
Sorunlar, suçlayıcı ve eleştirici olmayan bir üslup ile net olarak, diğer olaylar ile bağlantı kurulmadan ifade edilmelidir. Unutulmamalıdır ki; evlilik bir iş bölümü ve iletişim sanatıdır.
Problemlerden konuşurken, “ben” dili kullanılmalı, neden sonuç ilişkisi kurarak konuşulmalıdır; “x işinde bana yardım etmediğin için (ben) kendimi çok yalnız hissediyorum” gibi.
Parasal konularda eşinize karşı net olun. Kısa süreli sorunları bile onunla paylaşın. “Geçer” diye gizlemeyin. Sorun ortaya çıktığında güven kaybı yaşanır.
Geçmişinizle ilgili konularda çok net durun. Eski arkadaşlarınızın evliliğinizde tehlike yaratması, sizin verdiğiniz izine bağlıdır.
Bekârlık dönemindeki arkadaşlıklarınız ve ilişkilerinizle ilgili, eşinizle beraber karar almalısınız. Eşiniz tüm arkadaşlarınızı sevmek ve sizin kadar samimi olmak zorunda değildir.
Cinsel paylaşım konusunda, yaşanan sorunu güç ve ego ile özdeşleştirmeyin. Bunlar olağandır. Bir durumdan “sorun” diye bahsetmemiz için sürekli ve sık yaşanması gerekir. O halde anlık ve küçük sorunları hastalık olarak görmeyin.
Ortak mekânlar konusunda birbirinizin beklentilerini ciddiye alın. Her zaman sizin istediğiniz yere gidilmesi, zamanla eşinizin hem o etkinliğe hem de size öfkesinin oluşmasına neden olur.
 
Evlilik Bir Teknedir İki Küreği Vardır
Evlilikler tekne gibidir. Bu teknenin iki küreği vardır. Her eş kendi küreğini çekmek zorundadır. Kürekler, belli oranda çekilmediği zaman teknenin yol alması (evliliğin yürümesi) mümkün değildir. Eğer sadece bir eş devamlı küreği çekerse tekne küreği çekenin yönüne kendi ekseninde döner. Bu demek oluyor ki bir evliliği tek taraflı yürütmek, küreği çekenin başını döndürür.
 
Mutsuz kocanın en büyük baş etme yöntemi : YOK SAYMAK.. 
  
Sağlıklı bir evlilikte eşler belli oranda küreklerini çekmek zorundadırlar. Aksi taktirde evlilik hedeflerine ulaşmak imkansızlaşır.
Eğer evlilik yürümüyorsa sorun evlilikte (teknede) değil, kürek çekmemektedir. Bu durumda tekneyi değiştirmek (yeni bir eş veya partnerle yeni beraberlik başlatmak) sonucu değiştirmez. Sorumluluğunu yerine getirmeyen bir eş, her ilişkide aynı veya benzer sorunları yaşar.
O halde uyum ve emek üzerine kurulmayan tüm ilişkiler ve evlilikler daha fazla kırılgandır.
 
 
Evlilikte Patinaj Yapan Sorunlardan Kurtulmak
Bazı evliliklerde kronikleşmiş sorunlar vardır. Özellikle ilişkinin başından beri devam eden ama çoğu zaman dokunulmayan konular olabilir. Bu sorunlar, günlük yeni sorunlar ile temas ettiğinde, günlük küçük sorunları daha da büyütür. Çocuğu okula bırakma konusu bazen boşanma nedeni olabilir. Asıl olan çocuğu okula bırakmak değil, o çocuğun eşlerden birinin ısrarıyla dünyaya gelmiş olması olabilir. Görüldüğü üzere, günlük sorunlara değil, altında yatan etken sorunlara bakmak daha doğru olacaktır.
Evlilikte patinaj dediğimizde, arabanın kumda ya da buzda patinaj yapması ile çiftlerin yıllarca aynı sorunu tartışması ve sonuca ulaşamaması arasındaki benzerlikten bahsediyoruz. Evliliği bir araba olarak düşünürsek, aynı sorunu devamlı konuşmak sorunu çözmez. Konuşmak, tek başına çözmek değildir. Bu tip durumlarda aynı konuşmaları defalarca yapmak, umutsuzluğu, öfkeyi, mutsuzluğu arttırır. Eğer aynı yöntemleri deniyorsanız sonuç hep aynı olacaktır. Önce konuşma yöntemini, içeriğini, şeklini ve amacı değiştirmek gerekir.
Evlilik patinajında sorun çözmek, arabayı patinajdan kurtarmaya benzer. Eğer araba patinaj halindeyse, gaz vermeniz işe yaramaz. Yani devamlı sorunu gündeme getirmek, hep tartışmak, patinajdaki arabaya gaz vermeye benzer. Patinajdaki arabaya gaz vermek, arabayı yorar. Bu durumda ilişkinizdeki sorunu çözme yöntemi yanlış ise, arabanın modelinin, şoförün çabasının bir önemi yoktur. Yani evliliğinizi bitirseniz de partnerinizi değiştirseniz de sonuç değişmez.
Patinajdaki evlilikler için ilk yöntem konuşmayı kesmektir. Sonrasında iki tarafın beklentilerini somut olarak yazması ve uzlaşma sağlamaktır. Son aşama ise bir uzman desteği almaktır.
Aşksız Evlilik Olur mu?
İnsanlık tarihi boyunca kadın-erkek ilişkileri özel ve zorunlu olmuştur. Zamanla bu ilişkinin sistemleşmesi ve kurumlaşması gerekmiş ve bunlardan biri de evlilik olmuştur. Her kurumda olduğu gibi, evlilik kurumunda da çeşitli kurallar ve bileşenler olmuş, bu kurallar ve bileşenler ile sistemli yürümesi amaçlanmıştır.
Evliliği kurumlaştıran bileşenlere baktığımızda, inanç, kültür, eğitim, saygı, sevgi, sadakat, aşk, sosyal yapı, akrabalık, cinsellik vb. gibi bir çok bileşenin olduğunu görürüz. Bu bileşenlerin bir veya bir kaçının varlığının olmaması halinde sistemde aksamalar olsa da yine de yürümesine engel değildir.
Evlilikte bu denli bileşenler var iken son zamanlarda temel bileşenin ve yürümesi için illaki aşkın olması gerektiği düşüncesi moda olmaya başlamıştır. Oysa yukarıda da saydığım gibi evlilik, sadece aşk değildir. Evliliği sadece aşka indirgersek, onu ölüme mahkûm ederiz.
Aşkın bitmesi, bir evliliğin bitmesini asla gerektirmez. Çünkü evliliğin içinde aşktan başka tatmin edecek birçok şey vardır. Vefa duygusu, emek, saygı, iletişim, anlayış, güvenlik, güvenirlik, fedakârlık, geleceğe olan bağlılık, sosyal, duygusal, cinsel bağlar da birer bağdır. Bu nedenle de sadece aşk bitti diye evliliği bitirmek, mantıklı değil bencilliktir.
Aşk bittikten sonra yaşanamaz olan evlilikler, aşksızlıktan değil, destekleyen diğer bileşenlerin olmamasından kaynaklanır. Yani aşkın doğal ve hormonsal yapısının ister evlilik ister flörtte bağlık olarak zamanla azalmasından dolayı destekleyen unsurlar yoksa evlilik biter. Eşlerin birbirine olan saygısının, fedakârlıkların, emek ve vefaya olan değersizliklerinin gün yüzüne çıkmasına neden olur. Bitmesi ise, sizin anlaşamadığınızı, uyumlu olmadığınızı göstermesine rağmen bunu görmenize engel olur. Bu nedenle aşk evlilikleri tatlı olduğu kadar, risklidir de.
Eğer siz eşinizle arkadaş değilseniz, ortak kararlar alamıyorsanız, zihinsel, tensel, sosyal uyumunuz yoksa aşk sizi nereye kadar götürebilir. Ama varsa da duygu azalması için de bir sürü değerden vazgeçmezsiniz.
Şayet siz duygusal azalmadan dolayı diğer bileşenlerden vazgeçiyorsanız, zaten sizin bir değer ve kalite fark edememe sorununuz vardır.
Kısacası duygusal iniş-çıkışlar için evlilik bitirilmemeli. Sadece aşk için evlilik yapanlar, aşk bittikten sonra da boşananlardır. O halde aşk benzindir, esas olan arabadır. Beraber sürüldükten sonra o araç yoldan çıkmaz. Sizi arabanızı doğru sürüp pert edecek kazalar yapmadığınız sürece o araca her zaman benzin bulunur.
 
Evlilik = İletişim
İletişim ile her sorunun aşılacağı inancı evlilikte çözüm yoludur. İletişimle, rahatsız olduğumuz şeyleri, beklentilerimizi, isteklerimizi net ifade ederek önce kendimizi partnerimize tanıtırız.
Mutlu evliliklerin temelinde, konuşabilmek, sorumluluk almak, paylaşımda bulunmak vardır ve konuşmak için doğru zaman, doğru mekan ve uygun üslubu seçmek gerekir.
Sorumluluk konusunda, istekli olmak, iş bölümü yapmak ve sorumluluğun evliliğin ilk kuralı olduğunu kabul etmek gerekir.
Paylaşım içinse, ortak etkinlikler yapmak, farklı planları denemek ve üretkenliğe açık olmak gerekir diyebiliriz.
 
Öneriler:
Evlilikte yaşanan sorunlarda, evlilik öncesi süreçte yaşanılan olayların evliliğe sarkması, evliliğe sorunla başlanması etkili olduğu için, netleşmeyen tüm sorunları evlenmeden cevaplandırın ve konuşun.
Evlilik için süre önemli değildir. Önemli olan geçen sürede neler konuşulduğu, nelerin netleştiği, nelerin oturduğudur. Bu nedenle evlilik öncesi tüm “acaba”larınızı cevaplandırmalısınız.
Evlilikte yaşanan küçük sorunlardan dolayı hemen umutsuzluğa düşmemek gerekir. Evlilik emek ve zaman ister. Zamanla ve ifade etmekle sorunların azalması ve uyumun artması kaçınılmazdır.
Unutulmamalıdır ki sağlıklı her insan evlenebilir. Bu konuda esas sorun evliliğin nasıl yürütüleceğidir. Sağlıklı olarak yürütmek içinse, ortak hareket etmek ve evliliğin iki kişilik bir yolculuk olduğunu kabul ederek bu sürece başlamak gerekir.
Evlilikte yaşanan cinsel sorunları değerlendirirken, ayıplanma çekincesi veya utanma ile değil, farklı bir pencereden bakarak değerlendirmek gerekir.
Kültürel sorunlar için ortak noktalar ve paylaşımlar üretilmelidir.
Eşler bilgili ve tecrübeli oldukları alanlarda sürükleyici ve önder olmalı, bu durum eşler arasında güç çatışması değil, üreticilik olarak algılanmalıdır.
Eşlerin hassas noktalarından biri de arkadaşlarına ve akrabalarına nasıl davrandığınızdır. Eşinizin arkadaşlarına, akrabalarına saygı temelli davranmalısınız. Sevgi tercih, saygı ise zorunludur. Eşinize duygularınızı ifade etmeyi bir alışkanlık haline getirmekten kaçınmamalısınız. İfade edilmeyen duygular, söylenmedikçe zamanla söylenmesi daha ağır ve zor hale gelir.
Evliliği yaşarken anne-babanızın evliliğinden yola çıkarak yürütmeyin. Annenizin tavırlarını eşinizden beklemeyin. Babanız gibi bir eş ise hayal etmeyin.
 
Evlilikte Karşılıklı Kabullenmek Nedir?
Bu benim huyum, siz de uyun.
Tanışma süresinden itibaren en çok gözden kaçan nokta, çiftlerin birbirinin yapılarını kabullenip kabullenmeme sorunudur. Bu sorun eğer başlarda çözülmezse ilişki bitmese bile her zaman ilişkinin huzursuzluğunun gizli kaynağı olacaktır.
 
Kabullenmek, Pes Etmek midir?
İki tarafın karşılıklı olarak; şekil, kültür, statü, eğitim, para, daha önce geçirmiş olduğu yaşantılar, (evlilik, boşanma, flört, kaza, suç vb.) tüm konuları bilerek, görerek, analiz ederek, sorun olmayacağına emin olarak ilişkiye başlaması veya sonradan kabul etmesidir. Kabullenmek, her şeyi kabullenmek demek de değildir. Mesela şiddet, devam eden aldatma, sorumsuzluk, ilgisizlik, kumar vs. gibi. Kabullenilecek konular, ilişkinin genel yapısına ve kabul edecek kişinin fiziksel, ruhsal yapısına zarar vermeyecek düzeyde olmalıdır. 
 
Neyi Kabul Edip Neyi Kabul Etmeyeceğiz?
Bu konu, ilişkinin ve tarafların özelliğine göre değişir. Ama kabul edilmez dediklerimiz genelde herkesin yanlış bulduğu şeyleri barındırmalıdır. Şiddet, alkol, devamlı aldatma, (Neden devamlı diyorum çünkü bu konu her evlilik için özeldir, kendi içinde değerlendirilmedir.) sorumsuzluk, ilgisizlik, vs. gibi. Tabi burada esas olan bir başka nokta ise kabullenilmeyecek olan davranışın sıklığı ve sürekliliğidir.
Esas olan aslında yapılan davranıştan çok SIKLIK ve SÜREKLİLİKTİR. Davranışın bir/kaç kez olması genelde tolere edilebilir. Bu nedenle anlık ve çok nadir davranışları genele yaymadan değerlendirmeliyiz.
Neleri kabul edelim: Öncelikle, sahip olunan ve değişmezleri ya kabul etmeliyiz ya da başında isek karar vermeliyiz. Din, dil, ırk, şekil, kültürel durum, aile gibi. Bunlar kabul edilmelidir. Çünkü bunlar kişinin kendisinin bile değiştiremeyeceği, kaldı ki bir ilişki için değiştirmemesi gerekenlerdir. Sizi siz olduğunuz için seven/kabul eden biriyle evlenir/sevgili olursanız, tavizler yaşamazsınız. Bir ilişki için kendinizle devamlı çelişmezsiniz.
Neler kabul edilebilir? Risksiz değişebilir şeyler konusunda kabul edilebilirlik düşünülebilir. Mesela, evinin olmaması, kıyafetinin yetersizliği, çok konuşmak, kilo, alışveriş kontrolsüzlüğü, yemek yemek/yapmak, temizlik. vs. gibi. Bunların geliştirilmesi ve değişmesi zamanla ve iki tarafında isteği ile olabilir.
 
Kimler Kabullenemez
Kabullenemeyen insanlar genelde hırslı, bencil, kontrolcü, kaygılı ve takıntılı olabilir. Bu tip insanlar karşısındakini kendi istediği şekle sokmak, onu kontrol etmek adına kendi istediği gibi sınırlamak, ilişkinin kendi mutluluğu için sürmesini istemek, başkası için normal gelen bir şeyi sorun edip değiştirmeye çalışmak, partneri üzerinde başardığı değişimi kendisine verdiği sevgiyle ölçmek gibi özelliklere sahiptir
Kabullen(e)meyen kişi, bir davranışın değişimini istiyorsa, bunun ilişkiye getirisini öncelikle ölçmelidir. Bu bir hırs mı kontrol mü yoksa ilişki için yapıcı bir değişim mi? Bireysel isteklerimiz için karşıdakinin değişmesini istemeye hakkımız yok.
Değişmesini beklemek veya değiştirme çabası çok az ve zamana yayılmalı, iki taraf birbirine zaman tanıyıp destek olmalıdır. Değişimi isteyen -sadece isteyen ve rahatsızlığı bildiren değil- bu değişim için daha çok çaba sarf eden olmalıdır.
Çok iyi giden bir ilişkide partnerinizin bir davranışına odaklanıp iyi ilişkiyi görmezden gelip sadece olumsuz davranışa odaklanmak da direnç yaratır. İlişkinin diğer iyi yönlerini de bozmaya başlar ve siz saplantınızın bedelini bozulmalar ile ödersiniz.
Değişim; eğer emir veya dayatma şeklinde yansır ise, karşıdakinde ciddi bir direnç oluşur. Yani yapacağı varsa da yapmaz. Çünkü ona göre o davranışı yapmak artık mağlup olmak anlamına gelir. O nedenle iki tarafın birbiri üzerindeki etkileri asla otorite ve güç ile ilişkilendirilmemelidir. İlişki gönül işidir. Gönül ile yürüyen bir sisteme güç karıştırırsanız karşınızda güç bulursunuz.
Son zamanlarda ilişkilerde iki tarafında egoları aşırı yüksek. Bu egolar gönül ilişkilerinin formatına aykırıdır. Egonun olduğu yerde hırs, yarış ve zamanla acımasızlık oluşur. O nedenle mümkün olduğunca ilişkiye egolarımızı bulaştırmayalım.
Yeni dönemde kadının iş hayatında güçlü olması, erkeğin paraya verdiği değerin artması, paranın ve statünün temel güç kaynağı olması nedeniyle ilişkilere de müdürlüğümüzü, patronluğumuzu bulaştırdık. Bunun yanında herkesin yeni eş/sevgili bulma şansı da arttığı için rest çekmek ve güçlü olmak daha da büyük tehlike haline dönüştü. Bu nedenle evliliklerde bitmek bilmeyen güç savaşları, ego savaşları ve haklıyım-güçlüyüm savaşları başladı. Artık tartışmalar neyin doğru olduğu için değil, kimin haklı olduğu için yapılıyor. O halde evlilik veya flörtünüze güç bulaştırmayın.
Gönül ilişkilerinde karşıdakini değiştirmeye çalışmak, sadece doğru bir üslup ve sevgi dili ile mümkündür. Terk etme tehdidi, aynısını yapma vs. çözümsüzlüktür. Eğer partnerinize bunu yaparsanız, o da değiştiremediği konuda aynısını yapar. Ama diğer yandan da eğer partneriniz bir konuda ısrarla davranış değişikliği istiyor ve siz kulak tıkıyorsanız; o da zamanla sizin davranışınıza inat bir davranış geliştirecektir. İnadın altındaki kendi inadınızı veya sorumsuzluğunuzu bulmalısınız.
 
Eşim Değişir mi Uzman Bey?
Evliliğinde veya ilişkisinde sorun yaşayan eşlerin en çok merak ettikleri ve sorunun çözümü olarak gördükleri en önemli soru budur. Neden? Çünkü sürecin devamı bu sorunun cevabına bağlıdır. Bu sorunun cevabına göre çiftlerin değişip değişmeyeceği, emek verip vermeyeceği, sabredip sabretmeyecekleri hatta devam edip etmeyeceklerine karar verirler.
Peki, gerçekten nasihat, öneriler, başkalarının yönlendirmesi veya terapiler ile eşler değişir mi? Cevap: EVET 
Nasıl ki her insan her yaşta bilgi ve tecrübe ile değişim yaşarsa, evlilikteki ilişkisinde de değişimi mümkündür. Buradaki değişim kişilikteki değişimler olacağı gibi, evlilikteki rol, görev, algı ve bakış açısı ile de olabilir.
Değişimin mümkün olacağını belirttikten sonra değişimin nasıl olacağına değinmemiz gerekiyor. Evlilik terapilerine gelen çiftlerden kadınlar erkeklerin, erkekler ise kadınların değişmesi halinde ilişkide sorunların biteceğine inanırlar. Kendilerince sorunu (problemi) bulmuşlardır. Bize ise ya kimin değişeceğine karar vermemizi ya da nasıl değişeceğine yol göstermemizi öğrenmek için gelirler.
 
Bir insan istemedikten sonra hiç kimse onu değiştiremez.
 
Bir eşin değişimi için terapi veya terapist yeterli değildir. Siz taraflardan biriyle istediğiniz kadar çalışın; yolları, çözümleri, karşı cinsi anlamayan biriyle istediğiniz kadar çalışın. Bir noktadan sonra olayın kilitleneceği yer ikisi arasındaki paylaşımdır. Yani bir tarafı geliştirip, donanımlarla güçlendirirken diğer taraf yerinde sayarsa bu destek çalışması evliliği daha da bozucu hale getirir. Dengeyi bozar.
O halde eşinizin değişimimi için sizin de aynı düzeyde aynı anda sürece dâhil olmam gerekmektedir. Başta dediğimiz gibi herkes çözümü karşısındakine attığına göre, iki tarafında değişime ve çözüme ortak adımlar atması gerekir.
 
Eşinizin değişmesini, beklentilerinizi karşılamasını istiyorsanız değişime katkıda bulunmalısınız.
 
Bir başka nokta, hiçbir ilişkide bir taraf yüzde yüz hatalı olamaz. Eşinizin yaptığı hatayı mutlak olarak sürdürmesini sağlayan davranışlarınız mevcuttur.(yaptığınız veya yapmadığınız).Çünkü bir hatada başlatıcı olduğu gibi sürdürücüde vardır. Sürdürücü olmazsa o hata sürekli olmaz ve sürmez. Yani kavgayı başlatan kadar onu arttıran ve sürdüren tarafında etkisi önemsenmelidir. Tıpkı bağıran eşe diğer eşin hakaret etmesi veya bağırması gibi.
Bir diğer nokta; kimse, sırf bir evlilik yürüsün, karşıdaki mutlu olsun ya da partneri istediği için değişmez. Birinin sizin için değişmesi için bunun karşılığını görmesi ve kendi bakış açısına göre bu değişime değmesi gerekmektedir.
Bireysel görüşmelerde eşlerden birinin o hafta seansta çalıştıklarını uyguladıktan sonra ‘bu hafta daha iyiydik ‘ demesi bunun göstergesidir. İtiraf ise şudur ‘Buraya gelirken hatanın çoğunun eşimden kaynaklandığını düşünüyordum. Ama sizinle bireysel yaptığımız seanstan sonra daha farklı ve itinalı davrandım. Bu hafta çok iyiydik. Demek ki ben farklı davrandığımda eşimde ona göre davranıyormuş.’
Aslında evlilikte eşler ayna gibidir. Bir eş diğerinden aldığını yansıtır. Tabi ki ruhsal bozukluklar hariç. Bir insanın kendine iyi davranan, seven, sayan, değer veren birine kötü davranması zaten normal bir davranış değildir. Bu aşılamayan geçmiş olayların yansıması olabilir ancak.
Eşlerden aynı yöntemler ile farklı sonuç almanın imkânsızlığını belirtmiştik. Tıpkı fizik olayları gibi, ilişkilerde aynıdır. Aynı yöntemler aynı sonucu, aynı nedenler ise aynı süreci yaşatır.
Düşününki yirmi yıldır x konusunda eşinizden beklentiniz karşılanmıyor. Devamlı hatırlatıyor her gün söylüyor, bazen kavga ediyor, bazen küsüyorsunuz. Eğer bu tip yöntemler ile uzun yıllar sonuç alamadıysanız iki nedeni olabilir.
1.Beklentiniz eşinizin hiçbir zaman, hiçbir durumda karşılamayacağı bir şeydir.(ekonomik, fiziksel, zihinsel vs. yetersizlik). Bu durumda bu beklentiyi değiştirmek veya eşinizin potansiyeline uygun hale getirmek gerekir.
2.Uzun yıllar bu beklentinizden sonuç alamadıysanız, kullandığınız yöntemlerden vazgeçmelisiniz. Mesela yıllardır eşinin ilgisizliğinden yakınan kadının, bunu elde edebilmesi için sadece yakınması ve eleştirmesi gibi. Bu örnekten çıkaracağımız sonuç ise ilgi, yakınma ve eleştiri ile elde edilemez. En basitinden eleştiriyi kaldırmak bile sistemin değişimine neden olur. Yeri gelmişken belirtmek isterim, ilgisizliğin karşılığında eleştiren kadında eleştirilen erkekte rahatlar. Kadın alamadığının bedelini ödedir. Erkek ise eleştirinin olumsuz hisleri ile ilgisizliğinin bedelini ödediğini düşünür. Cezasını çektiğinin düşündüğü içinde suçluluk ve pişmanlık hissetmez.
Eşinizin değişmesi için umudunuzu önce taze tutmak, sonrasında bunun size bağlı olduğunu söylemek isterim. Unutmayalım ki, kendimizi değiştirmek bu kadar zor iken başkasını değiştirmek daha zordur. Oysa değişim karşılıklı yeni düşünsel ve davranışsal duruş sergilemektir. Bunun için ise önce kendimizden başlamalıyız.
Bir evliliğin sağlıklı gitmesi için illaki ruh ikizi olmaya gerek yok. Ya da illaki değişime, evrim geçirmeye gerek yok. İki tarafında çabalaması, hatalarından ders çıkarıp, kırmadan dökmeden destekli yürütmesi ile evlilikte mutluluk mümkün. Uyuşamayan herkes karşısındakini değiştirmeye kalkışsa ülkemizde evlenenler kişilik kaybeder o halde çözümü eşimizi değiştirmekte değil, onunla uyum sağlama yollarını aramakta bulmalıyız.
Kişisel kanaatim eşlerin değişmesinden çok, rahatsız edici davranışları azaltması veya değiştirmelerini öneririm. Çünkü her insanın belirli davranışları rahatsız eder. Bir eşin her şeyinin sizi rahatsız etmesi ya onu sevmediğiniz anlamına gelir, yada mükemmeliyetçi tavrınızdan kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Eğer eşiniz ile mutlu olmak istiyorsanız onu önce olduğu gibi kabul edin. Onu kabul ederseniz evliliğinize olan saygınız artar. Fakat kabullenmek demek onaylamak değildir. Mesela ben senin sigara içmeni onaylamıyorum ama kabullendim’. Çünkü kabullenmek onun gerçekliğini görmektir. Kaldı ki kabul ettiğimizde gerçekliğinden bir şey kaybetmez.
En tehlikeli değiştirmeye çalışma yöntemi kabullenmemektir. Hayatınızdaki insanın isteklerini, kültürünü, mesleğini, ailesini, inancını vs. kabul etmeden onunla mutlu olamazsınız. Çünkü bunlar onun varlık bileşenleridir. Ayrıca bunlardan vazgeçmesi sizin kesin mutlu olacağınız anlamına gelmez.
Hayatımızdaki insanın değişmesini istediğimiz yönü, eğer ilişkiye büyük bir çözüm katmayacak ise bu kredimizi de kullanılmamasını öneririm.
 
Eleştiren İnsanlar ve Eleştiri Dolu İlişkiler
“Ben eleştirilmekten rahatsız olmam” bu sözü duydunuz mu hiç? Söyleyenin gerçekçi olmasını beklemeyin. Her insan, belli dozdan sonra rahatsız olur. Eleştiri, bütün bünyeleri güçsüz düşüren bir virüstür.
Eleştirel bir tutum, yapısal bir özelliğiniz ise, dikkat edin. Soğuk, duygusuz, mükemmeliyetçi, inatçı, bencil, narsist, bağımlı gibi özelliklerinizi de keşfedebilirsiniz.
Eleştiri, sadece evlilik ve flörtlerde değil, hayatımızda ilişki içinde olduğumuz tüm insanlarla sorun yaşatan bir tavırdır. Size sadece olumsuzlukları yansıtan, övgü ve onure etme yerine sadece tamirci edasıyla düzeltmeye çalışan, ama bitmeyen bir tamir süreci gibi bir durumdur bu.
Eleştirel tutumu olanları, tamirciye benzetirim. bir tamirci her zaman tamir edilecek yere odaklanır. Genelde de kusurlu araçları da severler. Çünkü onlar üzerinden kendilerini başarılı hissederler ve karakterlerini yaşarlar. Tıpkı hayatlarına aldıkları insanları da kusurlu görmek ya da ters karakterli insanları seçmek gibi.
 
Sen kendini biliyorsan, bil ki kendini bilmezlerin söyledikleri anlamsızdır. Unutma gereksiz eleştiri sadece gizli hayranlıktır.”     Cengiz Aytmatov
 
İncelediğim evliliklerde 30 yılda bile eleştirel tutuma sahip insanların bir adım ileriye gidemediklerini, eşini değiştirmenin sınırının olmadığını, eleştirinin bir evlilik sorunu olmasından çok kişisel sorun olduğunu söyleyebilirim.
Düşünün, bir aracı tamir ve modifiye edip, farklı hale getiriyor, sonra o kadar emek verip getirdiğiniz yeni hali de beğenmiyor, tekrar değiştirmeye çalışıyorsunuz.
Eleştirel tutumun sonu yoktur. Eleştirel tutum, % 100 sağlıksız olmasa da sağlıksız olan bunun sık, sürekli ve yanlış üslupla yapılmasıdır.
Eleştiri, sadece yapıcı olmak amacıyla yapılırsa işe yarar. Gerisi eleştiri yapanın kendi egosunu tatmin etmekten başka bir şey değildir.
Eleştiren insanlar negatif baktıkları için, genelde mutluluk düzeyleri orta veya altıdır. Böyle olunca da, mutsuzluklarını hayatındaki insanlara veya yaşantılara yüklerler. Yapılması gereken ise bunun bireysel bir bakış açısının sonucu olduğunu kabul etmek, insanları eleştirip değiştirmeye girişmeden önce kendi bakış açılarının farkına varıp ona emek harcamalarıdır.
Eleştirel insanların özellikleri: 
*Arka planda eleştirel bir ebeveyni vardır. Onun bayrağını farkında olmadan sürdürür.
*Çocukluğunda, çok fazla eleştirilmiş, yönlendirilmiş, özgür karar verme yetisi kazandırılmamış, bu nedenle de kararsızdırlar.
*Anne veya babanın çocuğu aşırı önemsemesi, tüm beklentilerini karşılamaları da eleştirel çocuğu oluşturmuştur. Çocuk ilerleyen dönemlerde, istediği olmadığında acımasız ve narsisçe eleştirir
*Eleştireller, aşırı fedakâr, mutsuz ve bağımlı veya narsist ebeveynlerinin kötü rol-model olmaları sonucu, onların bakış açılarını kazanmışlardır.
*Öğrenilme ve model alma ile geliştiği için öğrenme ve terapiler ile de düzelmesi mümkündür.
*Obsesyonları vardır Mükemmeliyetçilerdir.
*Eleştirel kişiler, bazen en büyük çocuk olabilir. Ebeveynler, anne-baba olmayı ilk çocukta deneyimlerler. O nedenle biraz yapboz tahtası çocuklardır. Kontrollü veya aşırı kontrolsüz yetiştirilmiş olabilirler. 
*Övülme, takdir edilme konusunda cimrilik yaparlar. Asgari ücrete verilen zam misalidirler. Hem zammı az verirler hem de gözünüze sokarlar.
*Eleştirel kişiler, eleştirel büyüdükleri için, kendini devamlı kanıtlama, insanların onayını kazanma çabasına girerler. İlerleyen dönemlerde de kendini kanıtlayacağı ama yeterince istediği onayı alamayacağı insanlarda ısrarcı olurlar.
*Eleştirel kişiler, memnun edici oldukları için, yüksek de beklentileri vardır. Her fedakârlık, bir tatmine endekslidir.
*Eleştirel kişiler, yetiştirilirken eleştiriyi dibine kadar yaşadıkları için, kendini eleştirenlerin sevgisinden devamlı şüphe etmiştir. Evlendiğinde veya ilişkisi olduğunda da sevildiğinin devamlı kanıtı ister, test eder söyletir, güvenmez.
*Eleştirel insanlar, aslında çok fazla dürüst, kuralcı ve hassaslardır. Adaletsizliği ve uyumsuzluğu sevmezler. Bunlara maruz kaldıklarında ise takıntı yapar, öfkelenirler.
*Eleştirel insanlar, çok iyi dost, arkadaş olabilirler. Ama eleştiriler başladı mı ilişkileri bozulabilir. Ya da sessiz kalıp karşıdakini üzmemek için kendi içinde mutsuz olurlar ve ilişkiye de yansıtırlar.
*Eleştirel kişilerde, enerji sorunu yaşanır. Genelde mükemmeliyetçilikleri nedeniyle çok fazla zihni ve bedeni yorarlar.
*Çok sık eleştirenler, zamanla karşıdaki kişi üzerindeki etkisini kaybederler. Ciddiye alınmazlar. Haklı oldukları konularda bile kredilerini doldurdukları için önemsizleşirler.
*Eleştiren insanlar, her şeyin doğrusunu bildiklerini, mükemmel olduklarını zannederler. Şişirilmiş bir ego ile hareket ederler. Kendi şişirdikleri egoya uygun da itibar beklerler.
Eleştirel tutum, kişinin kontrolüne geçtiğinde hem kendisi hem de çevresi daha olumlu süreçler yaşar. Burada sorun, kişinin bu yönünü fark etmesidir. Eleştiri, içimizdeki negatifliklerin söze ve mimiklere vurumudur. Genel olarak mutlu insanlar daha az takılır ve daha az olumsuz eleştiride bulunurlar. 
Eleştirel insanlarla yaşamak özgüveninizi yıpratır. Devamlı hata yapıyor/ yapabilirim hissi yaşarsınız. Çoğu zaman nerede nasıl davranacağınızı bile bilemezsiniz.
Bu tip evliliklerde zamanla eşler ayrı davranmaya, herkes bildiğini okumaya başlar, evlilikte kocaman 2 kişilik yalnızlık oluşur. 
Sürekli ve sık eleştirilmek mutsuz eder. Mutsuz ettiğiniz birinden de mutlu etmeyi beklemek adaletsizlik olur. Bu nedenle eğer devamlı hatayı gören, yapılanı değil yapılmayan gören biriyseniz, zamanla ilgi ve sevgiye muhtaç olacaksınız. Çünkü eleştiri taş atmaktır. Taş attığınız birinden gül atmasını beklemeyeceksiniz.
Eleştirel tutum, bir iletişim sorunu gibi görülse de sadece doğru üslubu öğrenmek ile sorun çözülmez. Esas olan, kişinin çocukluğunu, iç dinamiklerini fark etmesi, kendi içinde barışamadığı benliğiyle yüzleşmesidir. 
Kişinin benliği ile yüzleşmesi, mükemmel olmadığı ve olunamayacağını, insanları olduğu gibi kabullenmenin ilk şartının da kendini olduğu gibi kabullenmekten geçtiğini görmesidir. kişisel olarak insanlar kendini kusurlu gördükçe, kusurlara odaklanır. Yoğun eleştirel tutumların kendi kusurlarımızın bir yansıması olduğunu bildiğimiz sürece, karşıdakini suçlamayı da bırakırız.
Beslenmek istediğiniz kaynağa mümkün olduğunda itinalı davranmalısınız. Sürekli eleştirilen eşlerde yaşanan, depresyon, anksiyete, panikatak, cinsel sorunlar, aldatma girişimleri olayın başka boyutudur. 
Mükemmel insan yoktur. Mükemmeliyetçi insan vardır.
Çözüm Önerileri:
*Devamlı eleştiren insanların, aslında hiç bir şeyi değiştiremediklerini aksine partnerinin gözünde önemsizleştiklerini unutmayalım. o halde yeri ve zamanı geldiğinde, yapıcı bir üslupla eleştirmeliyiz.
*Eleştiri asla kişiliğe yapılmamalı, davranışa yönelik olmalıdır. “sen şöylesin böylesin” yerine, “bu hareketin- davranışın” ile başlamak lazım.
*Eleştiri için “sandviç yöntemini kullanabiliriz. Önce olumlu mesaj, ardından negatif eleştiri ve sonra olumlu mesaj ile sonlandırmak. ( +-+ ) (Örnek: Yemeğin tadı ve masa düzeni harika, ama yemek biraz tuzlu olmuş. Yine de tadı harika).
*Eleştirilerde öncelikle olayı anlatmak, sonrasında ise hissettiğimizi anlatmak gerekir. “Böyle yaptığın için böyle hissediyorum gibi.” 
*Eleştirilerde, eski olaylarla bağlantı kurmamak, her olayı bağımsız konuşmak lazım. pişirip önüne getirmek çözüm değil çözümsüzlük yaratır.
*Eleştiriler, baş başa yapılmalı, topluluk önünde, aile üyeleri veya çocukların önünde yapılmamalıdır.
*Eleştiri okunun değdiği herkesi mutsuz ettiğini ve oku gönderenin de itici göründüğünü unutmamak lazım.
*Eğer eleştirel bir eşiniz varsa onunla aynı kulvarda savaşmayın. Israrla, ona model olun. Siz övücü olun. Eleştiriye onun hatalarını bularak cevap verirseniz o sizi ringe çekmiş olur.
*Eleştirip sonuç alamadığınız konularda, kendi davranışlarınızın değişimine geçmelisiniz. Sadece karşıdakinin değişimini beklemekle sorun çözülmemişse yöntem değişikliği gereklidir.
*İlişkisel sorunlarda herkes partnerinin değişmesi halinde sorunun çözüleceğini düşünür. Oysa her evlilik/ilişki sorunu karşılıklı döngünün ürünü olduğu unutulmamalıdır.
*Eleştirme hakkınızı öfkeyle ödüllendirmeyin. Eleştirmek bir hata, üzerine öfkelenmek ise ikinci hatadır.
*Mutlu olmak istiyorsanız, hayatınızdakileri olduğu gibi kabullenin. Değişmesi gereken noktalar için de onlara yardım edin. Emir veren olmayın. Önemli olan bilmek değil, yapabilmeye çalışmaktır. Hatırlatmanın bilimsel bir katkısı yoktur.
Bugüne kadar eleştirip sonuç alamadıysanız, o konuda aynı yöntemle 20 yıl da geçse sonuç alamazsınız. Einstein dediği gibi aynı yöntemlerle farklı sonuç alınmaz. 
*Eleştiri mağduru iseniz, onun eleştirilerinden haklılık arayıp kendinizi yıpratmayın. Eleştirileri kişiliğinize yontmayın. Ama davranışsal olarak farkındalığınızı da geliştirin.
 
Neleri Eleştirmeliyiz?
Durumsal ve anlık olan davranışları eleştirmek yerine görmezden gelmek en sağlıklı yöntemdir. Bunun yanı sıra esas olan süreklilik haline gelen davranışları konuşmak ve doğru eleştiri yöntemini kullanmaktır. Yani konuları, durumsal ve süreklilik arz eden olarak ikiye ayırmalıyız.
Eleştirmek çözüm değil... Çözüm: Desteklemektir.
 
Bir İlişkinin Sonunu Görebilmek Mümkün mü?
Bir ilişkinin nasıl süreceğinin ve zaman biteceğinin aslında kestirmek mümkün değildir. Bazı başlangıç şekilleri vardır ki ya bitişi ya da çetrefilli bir sürecin olacağın bize baştan bildirir.
İlişki yaşamak, sevgi, değerlilik, fedakârlık, güven, güç, aidiyet, umut, hayata bağlanmak gibi tüm duygulardan bir demet sunar size. Bu nedenle ilişkimizin olmasını çok isteriz. Fakat bu güzel yaşam için başlangıç ve seçim şekli çok önemlidir. Risklerden bahsedersek;
 
1.Yeni biten ilişkiden hemen sonra sevgili yapmak.
2.Yeni biten ilişkinin otopsisini yapmadan acı ve olumsuz duyguları(suçluluk, pişmanlık, değersizlik)iyileştirmek yerine üzerine yeni duygular eklemek.
3.Neden bir ilişki istiyorum sorusuna ‘kendim için’ cevabını vermek
4.Tanımadan duygusal-fiziksel paylaşım aşamasına geçmek.
5.Bilinçaltı döngülerinin fark etmeden hep aynı tip ve şekil ilişkilere başlama.
 
İlişkinin başlangıç şekli geleceği hakkında bilgi verir bize. Bu %100 net bir bilgi olmasa da süreç içinde riskler hep taşır. Mesela yıpranmış bir ilişkiden çıkan biri ‘bu sefer kimse için bir şey yapmayacağım, kim kendine güvenirse o gelsin! Gibi bir bakış açısı geliştirmiş, sadece mutlu olmayı bekleyen bir sevgili profilidir. Yine yeni bitmiş ve çok sık ilişki yaşayan birinin, karşısındakinin nazına günlük stresine bile tahammül edemez.
Kalbinde başkası, yanında başkasının olması da büyük bir sorundur. Kalbin başkasını isterken, aklın onu ret edip sana uygun olan veya güvenli liman olanı ister. Bu çelişkiler aşılmadan başlanan bir ilişki, ilişki değil çelişkiden ibarettir.
Sağlıklı bir ilişki hazır olunuşlukla olmalıdır, yüksek beklentili olmakla değil. ‘Tam ihtiyacım var’ dediğiniz zaman değil ‘hazırım’ dediğiniz zaman olmalı. Çok istemek ve ihtiyaç duymakla hazır olmak çok farklıdır. Birinde istersin ve sadece beklersin, diğerinde hem verir hem alırsın.
 
 
 
 
 
 
İlişki Bağımlılığı ve Döngüler  (burada şekil olacaktı)
 
Burada
 
Önceki sayfadaki şekilde bir ilişkinin yaşayana göre kader, bana göre ise bozuk driver (sistem sürücü)göstergesidir. Aynı patinajlarda dolanır dururuz. Hayatımızda bir senaryo vardır. Sadece oyuncular vardır. İstediğimiz rolü oynarlar. Sonra gider yenisi gelir. Değişmeyen tek. şey bitmek bilmeyen aile ve ilişki savaşlarıdır.
Şekilde görüldüğü gibi. Temel sorun yalnızlığa katlanamama ve bireyselleşemeyip bağımlı kalmadır. Öncelikle bu temellerden çözülmelidir. Bunun bileşeni olan bağlanma problemi, bağımlılık veya sınır duygu sorunlarının tedavisi gerekir.
 
Kıskançlık
 
Birine âşık olursun, herkesin ona baktığını zannedersin. kıskanırsın çünkü sana göre o dünyanın en güzelidir.  Oysa bu bir yanılsamadır.
 
Ülkemizde kıskançlığın net bir tanımı ve anlamı olmadığı için kıskançlık sorunu ilişkilerde çözülememektedir. Önce şuna karar vermeliyiz. Kıskançlık iyi bir şey mi, kötü bir şey mi? Şayet kötü diyeceksek, o halde kıskanılmadığımızda neden kendimizi kötü hissederiz. Şayet iyi bir şey ise, neden kıskançlıktan rahatsız oluruz. Kişisel görüşüm, kıskançlığın iyi bir şey olmadığıdır. Kıskanmamak: ilgisizlik ve sahip çıkmamak değildir. Böyle algılanması, toplumsal bir aktarımdır. Çünkü toplum bize öğretmiştir: Seven kıskanır. 
Kıskançlığa karar verelim. Mesela kötü diyelim. Ne olur? Kıskanmadığımız ya da kıskanılmadığımız için ne gibi kayıplar yaşarız. Aslında baktığımızda hiçbir kayıp yaşamayız. Güvenmenin kaybı olmaz. Hem evlisiniz hem de güvenmemek nasıl bir çelişki ise, sevdiğine güvenmemek de bir o kadar çelişkidir. 
 
Kıskanmamak, eşinin her zaman her ortamda  ne yapacağına olan derin güvendir.
 
Kıskanmamak, ilgisizlik, sorumsuzluk, merak etmemek değildir. Aksine insan hem güvenip hem sorumluluklarım yerine getirebilir.
Kıskanmadığınızda, birinin eşinize bakması veya süzmesi sizi rahatsız etmez diye bir şey yoktur. Çevrenin gözünü kıskansanız da kıskanmasanız da kontrol edemezsiniz. Ama onu her zaman koruyabilirsiniz. Yanında olarak.
Kıskançlık, normal şartlarda bir kazancı yoktur. Kıskançlık, kıskanılan kişinin ya ilgi, ya iletişim, ya da sahiplenme ihtiyacını gideriyorsa bir kazanca dönüşür. Kişi farkında olmadan kıskandırır ya da kıskanır. Burada kıskançlığın işlevini yakalayan kişi, sorunu çözer. Kıskançlığı kaldırdığınızda yerine gerekeni koyduğunuzda sorun biter.
Kıskançlık, somut bir nedene bağlı değilse, orada ilgisizlik temel nedenlerden biri olarak göze çarpar. Kıskançlık krizi yaşayan kişi, ilgisizliğe olan tepkisini ve ilgiyi elde etme şeklini bu şekilde ifade eder. O halde ilgiyi ve iletişimi yoğunlaştırdığınızda kıskançlığı sistematik olarak azaltırsınız.
Kıskançlık bir duygu olsa da geri planında düşüncelerden oluşan bir senaryo vardır. Senaryo, kişinin kaybetmesi, ilişkisinin sona ermesi, paylaşmak istememesi, terk edilmesi, başka biriyle mücadele edemeyeceğini düşüncesi hâkimdir. Aslında ilişkisel açıdan baktığımızda, kaybetmek istemeyen birey, kazanmak yerine çoğu zaman partnerini daraltıp yine kendine zorunlu hale getirmek ister. Bu tavır,” her durumda beni sevmelisin, bana muhtaçsın, başkası olmamalı” düşüncesidir. Kıskanmak ile imrenmek farklıdır. İmrenen, özenir ve olumlu duygu besler iken kıskanan haset eder çekemez ve olumsuz duygu besler.
Genel olarak baktığımızda, kıskançlığın temel düşüncelerinde, yetersizlik duygusuna ve başka bir rakiple yarışamayacağına bağlı olarak ortaya çıkan, özgüven eksikliği kaybetme, terk edilme korkusu, başkasının kendisine tercih edileceği düşüncesinin yarattığı değersizlik düşüncesi olduğu görülür.
Kıskanan kişi, bazen bunu bir hak, bazen de ödev olarak görür. Kıskanmayan kişinin sevmediği, önemsemediği varsayımı devreye konur ve ilişkinin sorunu kıskanmak olgusundan çıkar ve sevmek-sevmemek sorununa kayar. Aslında kıskanmak, genel bir duygudur. Fakat çoğu zaman kişiler bunu bir ilişki yaşama şekline sokar. Yani insanın yaratılış kodlarında kıskanmak vardır kabul ediyoruz. Ama mantıki boyutu aşan kıskançlıklar ise kendisine, partnerine ve ilişkisine zarar verir.
“Sizin sessizliğiniz ve ilgisizliğiniz, bir kıskançlık nedenidir.”
Kıskançlığın en bunaltıcı noktası detaylardan yarattığı senaryoya ulaşmaktır. Esasen kıskanan kişi, aldatıldığını test etmek isteyebilir ama temelde hükmedemediği bir belirsizlik duygusu vardır. Yani partnerinin duygu, düşünce ve yaşamı ile ilgili belirsizliği kıskanan kişiyi belirlilik için araştırmaya yöneltir. Cep telefonun karıştırır, ajandasını kontrol eder. Sonra bir ohh çeker. 10 dakika sonra ise başka bir oh çekme gereği hissettiği için tekrar ajan rolüne girer.
Kıskanma durumu 3 ayaklı bir masadır. Kendisine güvenmemek, partnerine güvenmemek ve partnerinin çevresine güvenmemek. Burada tedaviye çevreden başlamak mümkün değildir. Partnerden başlamak ise ancak danışman vasıtasıyla mümkündür o halde esasen kişi kendisinden başlamalıdır.
Kıskanan kişi, kıskanmasını çoğu zaman kılıflamak için,” ona değil, çevresine güvenmiyorum” diyerek problemin taraflarını değiştirmek ister. Başına bir şey gelir. Asılırlar, taciz ederler gibi. Sanki partneri, bu durumlara karşı koyamayacak kadar güçsüzdür. Hatta çoğu zaman partnerine ısrarla güçsüz olduğunu hissettirmeye çalışır ki, hem kıskançlığını meşrulaştırmak hem de partnerinin güçsüzlüğünün kendisine olan bağımlılığını arttırmasını ister.
 
Erkek üzüldüğünde acıtır, kadın üzüldüğünde acındırır. Erkeğin kıskançlığı sevgilisine, kadının kıskançlığı kendine zarar verir.
 
Kıskançlığın temeli özgüven eksikliği ve kendini eksik ve yetersiz görme temeline dayanır. Bu nedenle çoğu zaman kişi kıskançlığının gerçek nedenini bulamadığı için karşısındakine yönelir.
Kişi kıskanırken, topu çevreye atıyorsa, bunu desteklemek için çevre hakkında bilgi almak ister. Kaç erkek/bayan var? Kaç kişi dul-bekâr? Güzel/yakışıklı var mı? Sorar sorar….. Bazen kendisine gizlice bir rakip bile seçebilir. Aslında rakip olarak seçtiği kişinin haberi bile yoktur. Kıskanan kişi, panterinin ortamına girdiğinde, masum ve güçlü bir izlenim yaratmak ister. İyi bir eş veya sevgili olduğunu mutlu bir beraberliklerinin olduğunu göstermek ister. Amaç, mutsuzluk olursa partnerinin çevresi, bu mutsuzluk üzerinden partnerini kendisinden alabilir veya koparabilir diye düşünür.
Kıskanan kişide ilişkisi ile ilgili devamlı kaygıları vardır.” Beni ne zaman terk edecek, acaba şuan ne yapıyor, kimler var, beni gerçekten seviyor mu????” Kaygıların stresle birleştiği noktada ise belirsizlik kaygısı oluşur. Yani aslında o TV’lerde gördüğümüz, ajanlık yapan bütün sevgililerin amacı kaybetmenin belirsizliğinden kurtulma çabasıdır.
Kişi aslında kıskanarak, ilişkisini korumaya ve kaybetmemeye çalışır. Fakat nedense, hep” beni terk edecek, kaybedeceğim, aldatılacağım” gibi hipotezleri doğru çıkar. Kendini gerçekleştiren kehanete dönüşür. Neden? 
Aslında kişi, kaybetme veya aldatılma sürecini kendisi oluşturabiliyor. Devamlı sıkıştırılan bir partner, yaşam alanı daralmış, özel yaşamı kalmamış, eleştirilen, suçlu gibi sorgulanan bir hale dönüştüğü için o ilişki artık mutsuzluktur. Kıskanıp ilişkisini teminat altına almaya çalışan birey aslında kıskanarak ilişkisini kaybetme yolunu açmıştır. Aşırı güvensizlikten bunalan kişi, hem ilişkinin artık onu mutlu etmeyeceğini düşünmeye başlaması, hem de yapsa da yapmasa da itham altında kalması nedeniyle başka birine yönelebilir.
Kıskanan kişinin bu davranışı ilerletmesi, hastalığın da göstergesi olabilmektedir. Özellikler, paranoid yapıdaki kilerde kıskançlık üç boyutta görülür.
 
Süreç:
•Kıskanılan kişi: Kıskanan kişiye, devamlı hesap vermek zorundadır. Hesap vermediğinde, suçlamalar artar ve suçlamaları kabul etmiş sayılır.
•Partner hayatı çekilmez hale gelir. Devamlı hesap vermenin yarattığı stres ile başa çıkamamak ilişkiyi ve kendi ruh sağlığını bozar.
•Kıskanan kişinin devamlı ithamlarına muhatap olduğu için, değersizlik, suçluluk, kendini başına bir şey yapamayan kişi düşüncesine kapılır.
•Sosyal hayatı aksar, çevresi izole olur.
•Kıskanan ise kıskançlığı devamlı meşru gösterecek kanıtlar arar. Haksız olduğunda bile önceki kanıtları dile getirir.
•Kıskanmayı sevmeye bağlar. Oysa sevenin görevi kontrol etmek değil, mutlu etmektir.
•Kıskanma üzerinde iletişim sağlanabilir. Bu sayede kıskançlık yaşayan kişi, ilişkide dinamikleri elinde tutar. İstediği zaman kontrolü bu sayede elde tutar. Gücünü ise, eşinin sadakatsizliğine dayandırır.
•Kıskançlık, somut bir nedene dayanmıyorsa, mutlak olarak bir ihtiyacı giderir. Ya ilgi, ya da iletişim ihtiyacı gibi.
•Kıskançlık bir noktadan sonra takıntıya dönüşür. Kişi elinden olmadan bu güvensizliği yenemez.
 
Korku ve tehditle gelen sadakat, cesaretle de gider.
 
Kendinize olan güveniniz, kıskançlık duygunuzla ters orantılıdır. Kendinize şu telkinleri verebilirsiniz. “ eğer sadakatsizlik yaparsa bu durum onun sorunudur. Ben bunu engelleyemem.” Ama sınırlarımı ve kurallarımı net belirtirim. Yapan sonucuna katlanır.
Kıskançlık ilişkide çok ciddi yer kaplar. Çıkarmak için yerine ne koyacağımıza karar vermeliyiz. Sosyal yaşam, ilgi, iletişim iş gibi. Şayet ilişkideyken boşluklarımız fazla ise beklentimiz de çok fazla olabilir.
Çözüm Önerileri:
•Kıskançlığın illaki bir ilişkide gerekli olmadığına inanmalıyız. Kıskançlık yerine sahiplenme ve desteklemeyi koyabiliriz.
•Kıskançlık, somut bir nedeni olmadığında; bir ilgisizlik ve iletişimsizlik sonucu olarak ortaya çıkar. İlgi ve iletişim ile sorunun çözümünde ciddi ilerlemeler sağlanır.
•Bir ilişkide ilgi ve iletişim eksikliği varsa, partnerin orada başka birinin varlığını araması kaçınılmazdır. Kıskançlığa sürükleyen nedenleri kıskanılan da kendinde arayabilir.
•Kıskanan kişi, kıskanma nedenlerini gözden geçirmelidir. Bu sebepler benim le mi alakalı yoksa somut olarak herkesin rahatsız olacağı bir durum mu? 
•Kişi somut bir şey bulamamış ise bununla kendisinin başa çıkması gerektiğini kabul etmelidir.
•Kontrol ettikçe, davranışını, kontrol etme gücünü kaybeder. Zamanla kontrol etmek, bir alışkanlığa dönüşür. O halde, hem kontrol edip hem de güvenmek zordur. Ya güvenin ya kontrol etmeye devam edin.
•Kendimize şunu sormalıyız “karşıdakine güvenmek için somut olarak neye ihtiyacım var” cevaplar ise somut olmalı. Olağan akışı bozmamalı.
•Kıskanmanın, içsel bir özgüven olduğunu kabul etmeliyiz. Bunun için kendimize güvenmeyi öğrenmeliyiz. 
•Sizi aldatmak isteyen kişiyi kontrol ederek engelleyemezsiniz. Kıskançlık, aldatmanın ya da kaybetmenin panzehiri değildir. Aldatmak isteyen için saniyeler yeterlidir ve mekan sınırı yoktur.
•Kontrol ile sadakat sağlanmaz. Bunu kesinlikle kabul etmeliyiz. 
•Bir insan size ancak gönül bağı ile bağlı kalabilir. Mekânsal engellerle veya yanımızda tutarak bir şeyleri engelleyemeyiz. Sonuçta kalbini ve zihnini de kontrol edemeyeceğimiz için, kontrol sadece bizi yorar.
•Senaryolarımıza kendimizi kaptırmamak için, her zaman “kanıtın var mı?” sorusunu kendimize sormalıyız. Fakat kuralımız şu: “ hisler kanıt olamaz.”
•Kıskanılan kişi, sorulara net ve açık cevaplar vermelidir. Durumu geçiştirmemelidir. Durum geçiştirmeleri yeni bir güvensizliğe neden olur. Kıskanan kişi, çelişkiyi bile bir kanıt kabul eder.
•Kıskanan kişi, partnerini kısıtlamak yerine daha fazla sevgi ve ilgi gösteriminde bulunmalıdır. Bir kişi ilişkide mutlu olmasına rağmen sadakat sorunu varsa, onunla baş edilmez.
• Kıskanılan kişi ise, sevgi ve ilgi beklediğinde partnerini bilerek kıskandırmamalıdır. Zamanla bu yöntem araç olmaktan çıkar bir güvensizlik nedenine düşünür.
•Partnerinize, karşı cinsin size ilgi duyduğunu veya ilişkinizden önceki yaşamınızda olanları vs. gibi ifadeler kullanmaktan kaçınmalısınız.
•Kendinizi partnerinizden üstün tutmayın. Bu durum öfke ve kıskançlığı beraber doğurur.
•Onu çok sevdiğinizi sadece baş başa iken değil, farklı ortamlarda da ortaya koyun.
•Özellikle kıskançlık yaptığı ortamlarda ona daha yakın davranın.
•Ortamınız ile ilgili kıskançlıkları var ise onu ortamlarınıza götürün. Ve net bir şekilde tanıştırın. 
•Eşlerden biri ilgi odağı olmak, beğenilmek odaklı bir tarza sahip ise eşinin onu kıskanması kaçınılmaz olur. Bu durumda, durumun açık ve net olarak ifade edilmesi lazım. Tartışmalara rağmen fikirler açık olmalıdır.
 
Yanlış Evliliklerin Sendromu 30 Yaş Sendromu Nedir? 
Otuz yaş sendromu, ulaşılan hedeflerde hayal kırıklığına uğramaktan başka bir şey değil. Yani “Bu muydu idealim. Hayat hep böyle mi gidecek?” düşüncesi. Bu hayal kırıklığı hem evlilik hem de iş hayatı için yaşanabilir. Tatminsiz bir nesil olan modern çağ bireyleri geride koca bir 30 yıl bırakınca, bu hayal kırıklığının etkisiyle riskli kararlar alabiliyor. İşinden, eşinden ayrılabiliyor 
 
30 Yaşına Gelenler ve 30’unu Geçenler Ne Diyor?
30 yaş arada kalmaktır; ne geriye dönme şansınız var, ne ileriye doğru gitme cesaretiniz, orada öyle sıkışıp kalırsın...
Bu dünyada 30 yıldır varsınızdır ve sorgulamaya başlarsınız kendinizi; ne üretmiş, yaşam adına ne koymuşsunuzdur ortaya... Bir de tabii aile efradının beklentileri tavan yapmıştır, bekârsanız ne zaman evleneceksiniz, evliyseniz ne zaman çocuk yapacaksınız.
Hiç üzülmeyin 30 yaşında olduğunuz için. Yaş sorunu algısal ve sosyal öğrenme ürünüdür.
Bir yorum. Üniversiteden mezun olduğumda hep 30 yaşlarında olmayı istedim... Olgun olmayı isteme gibi gereksiz tripler işte. O zamanlar 30 yaş grubunu baya büyük görürdüm. Şimdi o gruptayım ama kendimi hiç öyle büyük biri gibi hissetmedim.
Bu bunalımın esas nedeni, kendinizi 30 yaşında görmek istediğiniz yerin hayali ile 30 yaşında bulunduğunuz yerin karşılaştırılmasında ortaya çıkan farktır.
 
Mutlu Etmeyeceksen Meşgul Etmeyeceksin
Kendi kararlarımızı alırken bu kararlara partnerimizin de ortak olacağını bilmemiz ve yaşanacak sürece partnerimizi de dâhil edeceğimizi bilmeliyiz. Bir ilişkiye karar verebilmek bireysel bir karar olmaktan öte iki kişilik bir karardır. Çünkü ilişkiyi iki kişi yürütecek ve yolun ve yol haritasının da her iki insanın beklentilerine amaçlarına uygun olması gerekecektir.
Bireyselleşmenin olduğu günümüzde, bireyler istediği ilişkiyi yaşamak için karşıdakinin ne istediğini ya da düşündüğünü hesaplamadan hemen ilişkiyi başlatmak isterler. Hatta o derecedir ki her türlü vaatler ve pembe tablolar ile ikna edilmeye çalışılır. Bu süreçte en önemli nokta, başlatabilmek değil, sürdürebilmektir. İyi bir sürüş için iki tarafın ilişkisel beklenti ve hedeflerinin kesişmesi gerekir. 
Eğer siz sadece karşıdakini kendi istediğiniz gibi bir ilişkiye dâhil etmek istiyorsanız sadece onu ikna etmeye çalışırsınız. Oysa esas olan ikna değil uzlaşmak ve ortak noktaları bulmaktır. Çünkü işin içine ikna girdiğinde; abartma, maske takma, rol yapma, vaat verme davranışları görülür. Tıpkı flört ve nişanlılık döneminde olduğu gibi her şeye evet denilmesi gibi. Böyle durumlarda da karşıdaki kişi evliliğinde flört veya nişanlılık gibi devam edeceğini zannederek “evet” diyebilir. Evet cevabını verende değil, her şeye evet diyendedir. Özellikle erkeklerin partnerini ikna etmek konusunda, duyguların da etkisi ile büyük bir motivasyona sahip oldukları görülmektedir. 
İlişkilerin hiçbir zaman bireysel beklentiler üzerine kurulamayacağını ve tek taraflı ilişkilerde bir tarafın devamlı tavizkar veya pasif olması gerektiği gerçeği ile bu ilişkilerin mutsuz ilişkiler olduğu gerçeği reddedilemez. Eğer ilişkinizi kendi istediğiniz gibi sürdürmek isterseniz o zaman karşıdakinin beklenti ve taleplerini duymak bile sizi yorabilir. Kiminle ilişkiniz olursa olsun partnerinizin bir noktadan sonra bazı taleplerin bastırmayacağını bilmeliyiz. Bastırılan her fikir bir sonraki aşamada öfke veya kırılmak ile gösterilir. Ya sizin ya da ilişkinin kırılması gibi.
İlişkinin şekli, içeriği ve geleceği ile ilgili iki tarafın da beklentilerinin kesişmesi çok önemlidir. Mesela Evlenmeyi düşünmeyen birinin, evlenmek isteyen biriyle ilişki yaşamakta ısrar etmesi, süreç sonunda iki tarafın da mutsuzluğu ile sonuçlanır. Bir ilişkiye başlamadan önce elbette ilişkinin nereye gideceğini kestirmek zordur. Ama en azından niyet nettir. Yani “kim olursa olsun evlenmek istemiyorum” diyen birinin evlilik amacı olan biriyle ilişki yaşamak veya flört aşamasına geçmesi bencilce bir adım olur. 
Sonuçta herkesin kendisi gibi düşündüğü birlerini olduğunu düşünürsek, amaç ortaklığı ilkesinden vazgeçmemeliyiz. Amaçlarınızın uymadığı bir kişiyle flörtleşmemiz de bizi mutlu etmez. Çünkü her ilişkinin içeriği ve paylaşımları amaçlarında gizlidir.
Adım atan kişi ne istediğini bilmeli, adım atılan kişi de aynı şekilde tanımadan hemen ilişki aşamasına geçmemelidir. Esasen olması gereken, ilişkiden önce iletişimin olmasıdır. Yani ilk aşamada bir iletişimin olması sonraki süreçte ise ilişki flört aşaması için karar verilmesi gerekmektedir. Oysa hem bizim ülkemizde hem de dünyanın ilişki yapısında, hemen paylaşıma geçme oranı çok yüksektir. 
Evlilik, flört, sevgililik, birlikte yaşamak gibi ilişki şekillerinde kararlar ortak verilmeli, birbirini tanıma aşamalarından sonra ilişkinin şekli netleştirilmelidir.
Tanışır tanışmaz “ben evlenecek biriyim, eğlenecek değil” demek doğru değildir. Belki de siz onunla evlenmek istemeyebilirsiniz. O halde ilk aşama tanımak ve iletişim olmalıdır. 
Eğer sizinle partnerinizin ilişkisel amaçları ortak değilse, ortak noktaları bulmak konusunda çeşitli çabalara rağmen ilerleme veya ortak nokta bulunamıyorsa, istediğiniz ilişki şekli partnerinize uymuyorsa, siz flört, partneriniz ise evlilik düşünüyorsa, terapi desteği veya yardım istenmiyorsa zaman ”mutlu etmeyeceksen meşgul etmeyeceksin” demek zorundayız. Çünkü ilişki ilerlemiyorsa gerilemektedir. İlerlemeyen ilişki yerinde saymaz, geriler. Bir ilişki deneme tahtası değildir. Sizin test ettiğiniz bir süreç değil, kendinizin ve karşıdaki kişinin hayatıdır, fırsatlarıdır, geleceğidir.
 
Boşanma Bulaşıcı mı?
Yaşamımız boyunca arkadaşlarımızdan, grubumuzdan akrabalarımızdan içinde bulunduğumuz toplumun baskın kültüründen etkileniriz. İş evlilik ve boşanma kararına geldiğinde ise farkında olsak da olmasak da bu etki kendini daha çok hissettirir.
Boşanmanın bulaşıcı olup olmadığına yapılan çalışmalar ile örnekler vermek istiyorum.
Amerika’daki Brown Üniversitesi’nde 32 yıl boyunca ‘boşanma’ konulu araştırmayı psikolog Rose Mc Dermott, yakın bir arkadaşı veya akrabası boşanan çiftlerin ayrılma ihtimallerinin yüzde 75 arttığını açıkladı.
Peki neden? Boşanan insanlar, evliliklerinin veya eski eşlerinin hep olumsuz yönlerini hatırlarlar. Bunun yanında boşanan insanlar, nasihat, öğüt ve önerilerinde kendi yaşadıklarından çıkardıkları tecrübeleri aktarırlar. Aldatılanın, güven noktasını, şiddet görenin öfkesizliği, ilgisiz kalanın ilgiyi ön plana koyması gibi. Yani kim neden ayrılmışsa ona yönelik telkinde bulunacaktır. Bu durumda boşanan kişiler, çevrelerinde veya akrabalarındakilere benzer telkinlerde bulunur ve karşı cinse olan güvensizliklerini ve evlilik kurumuna olan inançsızlıklarını aktarırlar.
Aldatılmış bir insanın, çocuğuna veya kankasına evliliği önermesini bekleyemeyiz. Ya da evliliğinde hep mutsuz olan birinin boşandıktan sonra evlenmeye teşvik etmesini beklemek zordur. Ya da boşanan kişinin önermesi için sağlıklı bir evliliğe otopsisinden sonra mümkündür.
Oysa temel sorun, boşanan kişinin durumunu ve yaşadıklarını genellemesidir. Yani, aldatılan erkeğin, her kadının aldatabileceğini iddia etmesi, ilgisizlikten boşanan bir kadının ise her erkeğin aynı olduğunu iddia etmesi gibi. Bu telkinler ile büyüyen veya bu telkinleri sohbetmiş gibi arkadaşlarından alan kişilerin onların etkisinde kalmaması mümkün değildir. Araştırma sonucunda da görüldüğü gibi % 75oranında insanların bu durumdan etkilendikleri ortaya çıkmıştır. 
Türkiye’de boşanmış kadınların yüzde 53,56’sının, erkeklerin ise yüzde 52,86’sının kardeşi boşanmış. Bu veri bize gösteriyor ki 1. Derecede ki akrabaların model olma ve etkileme oranı % 50 üzerindedir. O halde boşanma kararının iki kişi arasında değil, kültürel genetiğine işlenecek 2-3 kuşağı etkilemesinden bahsedebiliriz.
Başka bir araştırmada; Türkiye’de boşanma üzerine yaptırılan ilk resmi araştırma sonucunda da boşanan çiftlerin ailelerinde de daha önce boşanmaların gerçekleşmiş olduğu sonucu çıkmıştır. Araştırmada; boşanan kadınların yüzde 36,4’ünün, erkeklerin ise yüzde 25,8’inin ailesinde boşanmalar olduğu tespit edildi. Araştırma da “Daha önce ailede olan boşanmaların diğer boşanmalar için örnek teşkil ettiği söylenebilir.” Bu araştırmada da boşanmanın ailenin evlilik kurumuna olan bakış açısının da bir yansıması olduğu kadar, ailenin psikolojik yapısı, yetişme tarzı, anne-babanın birbiri ile olan ilişkisi de birer neden olarak gösterilebilir.
Birebir gördüğüm üç kuşak boşanan aileler ile çalıştığımda, boşanmanın sevgiliden ayrılma gibi algılandığını, yine bunun yanında, boşanmayı bir rest çekiş, varoluşunun kanıtı olarak algılayanlar ve boşanan anneye rağmen evliliğini yürütmeye çalışmayı da anneye veya boşanan kardeşlere bir haksızlık olarak algılandığını da görmek mümkün.
Başa dönersek, kötü sahneler akılda daha çok durur. Ayrıca biten bir ilişkide daha çok son zamanlar hatırlanır. Boşanan bireylerin zaten son zamanları acı ve üzüntü ile doludur. Sonuçta hiçbir ayrılık acısız olmaz. Lafta söylense de kimse arkadaşça boşanamaz. O halde boşanan kişi, evliliğini hep son şekliyle hatırlar ve ona göre evlilik yorumu yapar. Sorun, insanın 10 yıllık evliliğini son 6 aya indirgemesi ve öyle yaşanmış gibi yansıtmasıdır.
Boşanan biri doğru bir analiz yapsa ve yol gösterse de güven sorunu oluşabilir. Zaten evli birinin boşanmış birinden yardım istemesi de yardım isteyen açısından güvenilir bulunmayabilir. Boşanan kişinin, objektif olması için profesyonel olması ya da biten evliliğini çok iyi aşması ve otopsisin çok iyi yapması gerekir. Boşanan kişi, evliliğinde sorun yaşayan birine yol gösterse, evli olan kişi bunu “neden kendi evliliğinde uygulamadı” diyebilir güven sorunu yaşanabilir.
Tabi olay sadece akraba veya arkadaşlar ile alakalı değil. Mesela ünlü şahsiyetlerin (!) rahatça boşanması ve evlenmesi de evlilik kurumuna olan saygıyı sarsar. İnsanlar, “o bile boşanıyorsa benim gibi sıradan bir vatandaş kimin umurunda” diyebilir. İşte burada, televizyon yüzleri, politikacılar, statü ve mevki sahipleri vs. kişilerin boşanması toplumu bu davranış konusunda cesaretlendirir.
Tabi bunun yanında herkes olumsuz anlam çıkarmayabilir. Mesela, “Arkadaşım ilgisizlik yüzünden boşandı” diyen biri, evliliğini korumak için daha ilgili davranabilir. Yani ders çıkarabilir. Bu da mümkün. Fakat insanımız genelde sorun anında savaşmak yerine sığışmayı seçiyor. Çünkü kolay olan bu. Çünkü savaşmak için yeterli duygusal güç ve yöntem yok. Ailelerin de çocuklara sorun çözme becerisi kazandırmadığı ortaya çıkar. 
Boşanmanın bulaşıcılığı açısından bakıldığında, boşanan ebeveynlerin çözüm konusunda çocuklara yeterli bir mirası olmayabilir. Yani kendi evliliğinde çözümsüz olan anne-babalar çocuklarına da faydalı olamayabilir. Bu açıdan ailede çözümsüzlük, bir çözüm yöntemi haline dönüşür. Yani otomatik olarak sanki çözümü yokmuş dercesine boşanmaya sürüklenirler. 
Bunun yanında ,(anne-baba veya çocuğun) boşananın olduğu ailelerde boşanmak isteyen bireye sosyal baskı uygulama gücü azalmıştır. Yani sigara içen babanın oğluna sigara içme demesi gibi. Ebeveyn boşanmışa bu konuda çocuğuna söz geçirmesi veya sosyal-kültürel-dini motifleri kullanıp baskı yapma gücü azalır. Zaten toplumumuzda boşanma konusunda aileler çocuklarına destek verirse boşanma oranları kanımca %200 artar. 
Yine boşanan arkadaşların, boşandıktan sonra sanki her şey çok güzel oldu. “Özgürlüğüme kavuştum,” “katlanmaya değmez” gibi ifadeleri, evliliğinde sıkıntı yaşayan aile bireyleri veya arkadaşları için çekici gelmektedir. Aynı zamanda ebeveyni boşanan çocuklarda bu tip yorumlar ile evliliği çoğu kez denemek için yaparlar. Bilinçaltında ise evliliğinin bir gün biteceği veya eşinin korktuğu gibi olacağına dair otomatik düşünceleri vardır. Bu nedenle bu inançla evlilik yapanlar, daha tahammülsüz ve küçücük olaylara bile gereğinden fazla tepkiler verirler. Aynı zamanda “kendini gerçekleştiren kehanet” denilen döngüye yakalanıp evliliklerini bitirirler.
Burada toplumun yanlış algılarını da değinmek lazım. Boşanan kadına veya erkeğe bakış açısı gibi. Onlara vebalı gibi bakmak, ahlaki yapılarını sorgulamak, arayışta olduklarını zannetmek onlarla arkadaş olanların boşanmaya sürükleneceği gibi düşünceler önyargı vardır. Bu yorumlar –elma-armut ayrımı yapamamaktır. O nedenle evlilik bir durumdur. Boşanmak ise bir durum değişikliğidir. Bizim amacımız her zaman doğru zamanda doğru durumda olmayı sağlamaktır.
 
Uzun Flörtler Evliliği Riske Sokuyor
Her evlilik kendi içinde yaşanacakları kadar yaşananları da barındırır. Yani hem yaşanacak güzel ve farklı mutlulukları ve umutları hem de yaşanan güzel anların devamını taşır. Fakat flörtün belli bir sürenin üzerine çıkması nedeniyle, bu umutlar yerini monotonluğa ve heyecanı bitmiş bir sürece bırakır.
İlişkiler belli bir sistematik içinde ilerler. Yani tıpkı bir makale gibi, giriş, gelişme ve sonuç. Giriş tanışma ve alt yapı, sonrasında paylaşımlar ile içinin doldurulması ve amaçların şekillenmesi sonuç kısmında ise başlanacak yeni dönemin kararlarının alınması veya sonuçlanması gibidir.
Her ilişkinin kendi içinde bir dinamiği olsa da ilişkilerin de aşamaları vardır. Belli bir dönemden sonra çeşitli adımların atılması ve ilerlemesi gerekir. İlişkinin ilerleyen sürecine rağmen ilerlemenin olmaması, tarafların ilişkideki beklentilerinin karşılanmamasına, buna bağlı olarak da motivasyon düşüklüğüne neden olur. 
Bu durum ise sorunların çıkmasına, tahammülsüzlük, her şeyin göze batmasına, güvenilirliğin sorgulanmasına, farklı kaynaklar aranmasına ve hedefleri gerçekleştirecek farklı arayışlara yönelmeye neden olur.
 
Kontrolcü Eşler
“Eşini elinde tut” telkini ile büyüyen, babasının annesine ilgisizliğine tanık olan, aldatılmalara maruz kalan, tanık olan, yüksek egolular, özgüven sorunu olanlar, düzen ve kontrol özelliği olan, hırslı, narsist yapılara sahip kişilerde kontrol etme kontrolsüzce gerçekleşir. Kişi, bilinçaltındaki süreci çözemediği için, kontrolünü meşrulaştırmaya, haklı nedenlere dayandırmaya çalışır. Her durumda, bunu karşısındaki kişinin davranışlarına bağlar. Oysa kontrolcülük, ilişkide bir sorumsuzluktan çıkmış olabildiği gibi, temelde kişinin yapısal özelliği olabilir. Kaygıları, onun döngülerinin kaynağıdır. Oysa kontrolcülüğün olduğu yerde ilk kaybolan “duygu ve ilgi”dir. Kontrolcü eşin mutlak olarak her şeyi yönetmeye, her şeyi daha çok iyi bildiğine, daha fazla kuralcı olduğuna, kolay kolay hatalı olduğuna inanmadığına rastlamaktayız. Bu tip ilişkilerde de az önce dediğimiz gibi duygu ve ilgi arka plana atıldığı gibi, tartışmalar ve haklılık savaşları da yıllarca devam eder. 
 
Çözüm: 
•Kontrolcü kişinin, kontrol ve ilişkiyi yönetmeyi kendisinden kaynaklanan bir sorun olduğuna inanması gerekir. Bu davranışlarını eşine bağlamamalıdır.
•Kontrolcü eş, kontrolünün nedenini bulmalıdır. Kontrol ile hangi korkuyu yenmeye çalıştığını bulmalıdır.
•Kontrolcü eş, bu özelliğini eşine itiraf etmeli, bu konuda kendisine yardım etmesi için eşinden destek istemelidir.
•Kontrolcü eş, daha iyi yaparım düşüncesi ile tüm sorumlulukları üzerine almamalıdır.
•Kontrolcü eş, evliliği sadece problem çözme, iyi çocuk yetiştirme, para kazanma olarak görmemeli, duygusal, cinsel ihtiyaclarını da göz önüne almalıdır.
•Kontrolcü eş, eşi kadar kendine de zaman ayırmalı, ne kadar mutlu olur ve kendine değer verirse kontrol düşüncesinin azalacağını bilmelidir.
•Kontrolcü eşin az övgü yaptığını düşünürsek, daha fazla övgü ve olumlama kullanmasını gerekir.
•Kontrolcülüğün, yetişme ve öğrenme ile geliştiğini bilmeli ve çocuklarımıza da aktarmamaya dikkat etmeliyiz.
 
İlişkide Yaş Farkı Önemli midir?
İlişkilerde yaş farkı, ilişkinin başlama nedenleri hakkında bize gizli bilgiler verir. Bu konuda sadece aşk veya sevgi uyumu ile bakmadığımı belirtmek isterim. Mesela 60 yaşından büyük birinin 25-30'lu yaşlarda biriyle evlenmesine aşk diyemem. Mutlak olarak yaşı büyük olanın güçlü bir argümanı vardır. Ya koltuğu, ya parası ya meşhurluğu. Bunun yanında 25-30'lu yaşlardaki biri de zaten kendinin iki katı yaşındaki biriyle bir evlilik veya ilişki yaşıyorsa buna da aşk diyemem. Ebeveyn eksikliğini tamamlama, güçsüzlük algısı ya da gelecek kaygısını azaltmak içindir. Bu tip ilişkilerde aşk evliliğine inanmak çok zordur. Örneğin, 25 yaşındaki bir kadın, 60 yaşındaki bir adamla evleniyorsa bu adam zengindir. Ya da patron veya sanatçıdır. İtirazınızı şöyle açıklayayım. Siz hiç 25 yaşındaki bir genç kızın 60 yaşını geçmiş, yurdum insanı emekli birine âşık olduğunu duydunuz mu? Karar sizin. 
Kadının yaşı büyük biriyle evlenmesi için çelişkileri aşması gerekir. Yoksa mutsuz olur. Kadının yapısal özelliği bu tip evliliklerde tersine işler. Ona duygusal bir şey hissetmeden onunla ilişki yürütmeye müsait yapıya sahip olmayan kadın, önce ona âşık olacak bir şeyler bulur. Sonra da kendisiyle çelişme durumunu ortadan kaldırdığı için onunla evlenir. Kadın, evlenmek istiyorsa, ona âşık olacak şeyleri onda bulur. Şefkat, çok iyi biri, babacan, çok ilgili, çok cömert vs… Yani mutlak olarak bu sıra dışı ilişki için kendini haklı görecek şeyleri kendince bu yöntemle aşar. Sonuç olarak yaş farkı, mutlak olarak bazı etmenlerle kapanmadığı sürece sorundur. Aksi takdirde yaşı küçük olan biri, bu yaş farkından dolayı güç sahibi olabilir ya da evlenmeyi bile büyük bir fedakârlık olarak görebilir.

AİLE EVLİLİK TERAPİSTİ SERHAT YABANCI'NIN UNUTMAK MI? AFFETMEK Mİ? KİTABINDAN ALINTIDIR.
KİTAP SİPARİŞ HATTI 0532 158 35 55 & 0533 373 81 23