GönderenKonu:  (Okunma sayısı defa)

bagimlilik

  • Forum Üyesi
  • İleti: 6
  • Üyelik Tarihi:
Yalnızlık korkusu olan kişi, yalnız kalmamak adına, yanlış bir ilişkide bile olduğunu bilse, bitiremez,
Tarih : 14-10-2014 Saat : 01:28
Neden Yalnızız? 
Son yıllarda insanlar sürekli bir yalnızlık hissi içerisindeler. bu his, ilişkilerde ise taviz, sessiz kalma, alttan alma, görmezden gelme gibi davranışlara neden olmaktadır. bu davranışlar ise, olumsuzluğu daha fazla büyümesine neden olmaktadır 
Yalnızlık korkusu olan kişi, yalnız kalmamak adına, yanlış bir ilişkide bile olduğunu bilse, bitiremez, her türlü fiziksel, duygusal, cinsel taciz ve şiddete rağmen ilişkiye devam eder. oysa yalnızlık, isteyen herkes için geçicidir. Düşünüldüğü gibi tahammül edilmeyecek kadar zor  ve katlanılmaz değildir. İlişkideki gücümüzü, yalnız kalmanın korkusundan kaçarak elde edemeyiz. Bu nedenle, yalnızlığı doğru algılamak ve çözüm yollarını fark etmemiz lazım.
 
Yanlış bir ilişkide olmaktansa, yalnız olmak daha iyidir.
 
Yalnızlık, bazen bir kaçış olsa da artık bir zorunluluk ve mecburiyet halini almaya başladı. Her ne kadar gelişen toplumla beraber yalnızlık bir özenti halini alsa da yalnızlığı tercih edenler zamanla birliktelikler kurmak için, tekrar paylaşım içine girmek, gruba, aileye dahil olmak isterler. Gelişim dönemleri açısından baktığımızda, ergenlerde bu durum daha keskindir. Ergen, yalnız kalmak, bağımsız bir hayat kurmak ister; ama zamanla bu durum onu yıpratmaya başladığı için tekrar aile ile iletişime geçmek, onların desteğini görmek ister. İlk aşamada çekici görünen yalnızlık, zorlukları ile zamanla keyifsiz ve huzursuz bir hal almaya başlar.
Bireyselliğin yanında toplumsal algıda da yalnızlıkla ilgili değişimler oluştu. Yalnızlığı, güçlü olmak, özgür olmak, istediğini yapmak olarak algılayan toplumlar yalnız kalabalıklar topluluğuna dönüşmeye başladılar. Toplumumuzda da batının model alınması sebebiyle “bağımsızlık” adı altında yalnızlaşmaya doğru gidiş görülmektedir. Bu yalnız yaşamaktan çıkıp, yalnız hissetmeye doğru sürüklendikçe durum daha yıpratıcı hale dönüşmektedir.
Kişiler özgürlüğü, yalnız kalmak ile özdeşleştirmektedir. Bu durum özgürleşmeye değil, bireyin kendini boşlukta, sahipsiz, amaçsız hissetmesine götürmektedir. Ebeveynler ise kendi yalnızlık duygularına önlem olarak; çocuklarını yakınlarında tutmak, tekrar çocuk yapmak gibi önlemler almaktadır. Bu durum hem geleceğe umutla bağlanmayı sağlamakta, hem de çiftlerin yalnız kalma kaygılarına bir çözüm girişimi olmaktadır. Aslında temel olan bireyin yalnız kalması değil, çağırdığı zaman kimseyi yanında bulamayacağını bilmesidir. Kişi yalnız olmaktan değil, bir ömür boyu yalnız kalmaktan kaygılanmaktadır. Bu durum ise kişinin kendini çaresiz, değersiz hissetmesine neden olmaktadır.
 
Yalnızlığı, tercihli yalnızlık ve mecburi yalnızlık olarak ikiye ayırabiliriz:
 
Tercihli Yalnızlık: Sizi mutsuz etmez. Dilediğiniz zaman kendi köşenize veya dünyanıza çekilebileceğiniz bir zaman dilimidir bu yalnızlık. Tercihli yalnızlık, her insan için gereklidir. Kişinin kendini resetlemesi, sağlıklı düşünmesi, bedenen ve zihnen dinlenmesi, kendini sorgulaması için gereklidir. Kısa sürelidir. Belli bir amaca hitap eder. Durumsaldır, sürekli değildir. Tercihli yalnızlık sorun olarak kabul edilmez. 
 
Mecburi Yalnızlık: Kişinin elinde olmadan, çözümsüz ve çaresiz kalmasından kaynaklanan, istemediği halde yaşadığı ruhsal ve sosyal durumdur. Arkadaş edinememe, sosyal uyaran azlığı, dışlanma, asosyallik gibi etmenler sizi mecburi yalnızlığa sürükler. Kişinin iletişim eksikliği, sosyal kaygıları, özgüven eksikliği, benlik algısındaki düşüklük ve sorumluluk almak istememek gibi özellikleri onu mecburi yalnızlığa sürükler. Kendisinden kaynaklanan nedenler aslında terapi, danışmanlık veya kişisel gelişim ile aşılabilir. Fakat kişinin buna inanması ve yöntemleri bilmesi gerekir.
Güçlüyken ciddiye almadıklarınızı yalnızken alırsanız 
bu kullanmaktır
Mecburi yalnızlık kişiyi mutsuz eden, değersiz kılan, çaresiz bırakan, gelecek umudunu azaltan, kendini gerçekleştirmesini engelleyen yalnızlıktır. Sonuçta insan yaratılışı gereği sosyal olmak zorundadır. “Yalnızlık Allaha mahsustur” deriz, işte onun gibi yalnız kalmak, mutluluğumuzun önüne engeldir. 
Yalnız kalmak mutsuzluk yaratır. Fakat yalnız kalmamak için de bize uymayan, anlaşamayacağımız, bize katkısı olmayan insanlar ile de iletişime geçmemiz bizi geriletir. Sırf yalnız kalmamak adına, hayatımızı faydasız ve paylaşım ortaklığı olmayan insanlar ile doldurmak yalnızlığı gidermez. Sadece geçici sosyallik oluşturur. Unutmayalım ki, yalnız olmak, yanlış bir kalpte olmaktan her zaman daha iyidir.
Yalnızlık Duygusu: Etrafımız kalabalık olsa bile, biz o kalabalığın bir parçası değil, o kalabalığın yalnızıyız. Hayatınızda onlarca arkadaşınız olabilir. Ama yine de kendinizi yalnız hissetmenizi engellemez. Çok arkadaşımızın olması değil, değerli ve güvenilir dostlarımızın olması önemlidir. 10 tane 1 lira da 10 lira eder, 2 tane 5 lira da 10 lira eder. Önemli olan nicelik değil, niteliktir.
Yalnızlık duygusu, bazen kendinizi en çaresiz hissettiğiniz andaki duygulardır. Çaresiz, kimsesiz, sessiz. Oysa doğru yere bakmış olsak hiçbir insanın aslında yalnız olmadığını görebiliriz. Çoğu zaman kendimizi kötü hissettiğimizde yalnızlığımızı sorgularız. Ama yalnızlık, ancak mutluyken ve herhangi bir sorunumuz yok iken sağlıklı olarak analiz edilebilir.
Burada şekil olmalı
Kalabalıklar içimizde değil, yanımızdaki boşlukları doldurur sadece. 
O halde mutsuz yalnızlık, ancak güvenilir ilişkiler ile düzelebilir. Kendinizi ancak güvendiğiniz ilişkiler içinde güçlü ve mutlu hissedersiniz. Mutlu ve güvenilir ilişkiler içinse, arkadaşlıklara ve dostluklara ihtiyaç duyarız. Fakat arkadaşınızın fazla olması değil, güçlü dostluklarınızın olması önemlidir.
Sorun olan yalnızlık, kısa süreli yalnızlıklar değildir. Bu yalnızlıklar, yalnız kalmak, dikkat dağıtıcı uyaranlardan uzak durmayı sabit bir konuya odaklanmayı ve kendimizle hesaplaşmayı sağlar. Bunu destekleyip önermekteyim. Kişi yalnız kalıp, kendini, hayatını, yaşamını, duygu ve düşüncelerini sorgulamalıdır. Bu süreçte kendini tanımalıdır.
Yalnızlık duygusunun bastırılması da bir çözüm gibi görünse de sadece sorunu erteletir. Bu süreçte birey kendine çeşitli uğraşlar, etkinlikler geliştirebilir. Ama bunlar da bir süre sonra sıkıntı vermeye başlar. Bunlar daha çok geçici çözümler olup beraberinde yalnızlık gerçeğinin görmezden gelinmesini veya yalnızlığı kabullenmeyi getirir. Sosyal açıdan bireyin içe kapanması, paylaşımlarını en aza indirgemesi durumunda bilişsel bakışında bozulmaların ve sapmaların olduğu gözlemlenmektedir. 
Ülkemizde yalnızlaşmada/yalnız yaşamada bir artış söz konusudur. Bunun sosyal nedenleri ise insanların birbirine tahammül edememesi, ilişkilerde güven duygusunun azalması, sorumluluk almak istememe, aile ve çevrenin baskısı gibi etmemenler gelmektedir. 
İngiltere’de bulunan Euromonitor International adlı araştırma şirketinin verilerine göre, dünyada 1996 yılında 153 milyon yalnız yaşayan insan sayısı, 2011 yılında 277 milyona yükseldi. Bir başka deyişle son 15 yılda dünyada yalnız yaşayanların oranı %55 arttı. 
Ülkemizde ise 2010 yılında da 1.141.300 adet olan tek kişilik hanenin 781.705’i kadınlardan, 359. 614’ü ise erkeklerden oluşuyor. Bir başka deyişle yalnız yaşayan kadınlar yalnız yaşayan erkeklerin 2,2 katı oldu. Bu istatistiki veriler bize gösteriyor ki; yalnız yaşamak artık bir yaşam tarzı haline dönüşmekte, bunun yanında yalnızlık duygusu ise kalıcı olarak değil de geçici çözümler ile çözülmeye çalışılmaktadır. Tabi bunun yanında yalnızlıktaki güvenli ilişkiler açısından da kadınların artık ilişkilerde kendini daha güvensiz hissetmeleri nedeniyle yalnız yaşamayı tercih ettikleri de söylenebilir. Bunun yanında kadının sosyal-duygusal olarak daha fazla eleştiriye maruz kalması, boşanma sonrasında ailesi ile yaşamasının zorluğu, yetişkinlikte evlenme baskısı, çocuklukta özgür olamamanın verdiği ertelenmiş duygular gibi nedenler, ülkemizde kadını daha fazla yalnız yaşam kurmaya yöneltmektedir.
 İşte “İstanbul” bunun güzel bir göstergesidir. İstanbul’un sosyal açıdan tanımını hep şöyle yaparım: ”Yalnız kalabalıklar şehri…”
 
Hayatımın Her Saniyesini Dolduran Yoğun Bir Yalnızım
Yalnızlık duygusu kişiye kendi içinde çözümler ürettirmektedir. Fakat bu çözümler bazen anlık ve tamamen haz odaklıdır. Yalnız insanlarda anlık hatalı çözümler:
•Yalnızlığını bir bedensel temas (cinsellik) ile o an için aşmaya çalışmak,
•İnternet veya bilgisayara bağımlı olmak,
•Kalabalıklara karışıp yalnızlığını görmezden gelmek, 
•Yalnız kaldığında, ihtiyaç dışı alışverişler yapmak, (çağımızın hastalıklarından biri olan alışveriş tutkusu tam da böyle zamanlarda içimizdeki boşlukları maddelerle doldurma konusunda geçici çözümler sunar)
•Saatlerce telefonla konuşmak, ortamdan uzaklaşmadan sadece kendi tercih ettiği kişilerle ve muhtemelen kendisi gibi düşünen birileriyle iletişimde kalmaya çalışmak. (Büyük ihtimalle karşı tarafın da bir yalnızlığı vardır.)
•Kendini işine adamak, buna bağlı olarak da başarılı olsa da tatmin olamamak (işkolik),
•Yüksek kazançlar sağlamak istemek ve kendisi için harcama yapmamak,
•Beklentilerinin hemen tatmin olmasını beklemek ve ilişkileri çabuk tüketmek,
•Devamlı bulunduğu ortamdan veya toplumdan ilgi beklemek. (Bunun için olmayacak yollara başvurmak, aykırı giyinmek, yüksek sesle kahkaha atma, etrafındakilerle alay etmek, aşağılamak, ya da tam tersi başkalarına karşı fazlasıyla verici olmak…)
Birey, bulunduğu ortamda hem kendini üstün görüp hem de onlara muhtaç olduğunu bildiğinden, bu çatışma bireyi yalnızlığa itmektedir. 
Yalnız bireyler, kendini ortamdakilerden üstün tutan, eleştiriden kaçanlar, sorumluluktan kaçanlar, eleştirel(tenkitçiler), mükemmeliyetçiler olarak sınıflayabiliriz.
Erich Fromm, yalnızlık ve özgürlük arasındaki çatışmayı bireyin çözmesi gerektiğini söylemiştir. Çözemeyenlerin kaygılı bir özgür, mutsuz bir yalnız olacağı kaçınılmazdır. Özgür ve bağımsız olma arzumuz, bizi sorumluluk ve bağlılıklardan uzaklaştıracak ve güçlü bir yalnıza dönüştürecektir. Bunu entegre etmemiz lazım.
 
Koltuğum ve Param Beni Yalnızlaştırıyor 
Bütün insanlar, toplumda değer görmek, sevilmek ilgi görmek isterler. Fakat bazen değer görmek isteyen birey, değer görmek istediği kişiye, gruba, topluluğa, üstünlük tavrı sergiler. Farklı olmayı üstün olmak olarak algıladığı için çevresindekilerin de böyle düşünmesini ister. Üstün olduğunu, farklı olduğunu göstererek değer ve ilgi bekler. Beklentisi karşılanmadığı zaman ise çevresine öfke, kendi içinde değersizlik, sosyal ve duygusal açıdan ise yalnızlık yaşar. Bazı insanlar, çalıştığı insanlardan alt kademedekilerle mesafeli olmayı iş ahlakı gibi görseler de esasen samimiyetten ahlaksızlık çıkmaz. Ya da astınızla maç yaptığınızda kimsenin birden size karşı kimliği değişmez. Bu tip bakış açıları sizi koltuğunuza hapsederken, on yıllarca çalıştığınız insanlar ile de duygusal-sosyal paylaşımlarınızın minimum düzeyde kalmasına ve mekanik ilişkilerin ortaya çıkmasına neden olur. Gücünü kişiliğinden alanlar, her zaman mütevazı ve esnek iken, gücünü statüsünden ya da koltuğundan alanlar ise tek güç kaynağını kaybetmemek için tedirgin ve gerginlerdir.
Sonuçta insanlar kendilerinden farklı olana, uzak olana, üstün olana değil, kendine benzeyene, aynı düzeyde olana değer verirler. İlişkilerdeki çekim teorisinde olduğu gibi benzerlikten hareket ederler. Bu nedenle farklılaşmak, kişiyi yalnızlığa itebilmektedir.
Müdür, amir, patron komutan gibi otorite sahibi kişilerde farklı bir yalnızlık türü vardır. Genel olmamakla beraber, yetkisi itibariyle astıyla seviyeli olmak, samimi olmamak, sıcak ve derin iletişimlere girmek istemeyen kişi, zamanla kendini (yalnızlık) makam odasında yalnız hissedebilir. Çünkü her zaman çevresinde kendisiyle aynı seviyede ve makamda insanları bulamayacaktır. Bu tip yalnızlığa sahip olan kişiler, evde, iş yerinde, kahvede unvanlarıyla yaşarlar. Yani her yerde müdür veya patronlardır.
Ayrıca zamanla bu kişiler, ilişkide bulunacakları insanların önce işini ve makamını sorarlar. Çevreleri tek tip, kategorize edilmiş bir sosyal ağdan oluşur. Alt statüdekiler ile iletişimde de bu iletişimi onlara verilmiş bir lütuf gibi hissettirirler. 
Kişiler arasında elbette belli bir mesafe olacaktır. Gittiğiniz lokantada garsonla “kanka” olmanıza gerek yok. Ya da müdürünüzle “can ciğer kuzu sarması” olmanıza da gerek yok. Ama genel felsefemiz insanları kategorize etmek olursa, itici ve sevilmez biri oluruz. Unvanlarımızı, banka cüzdanımızı, ev ve araba anahtarımızı ilişkilerimizde saklamalıyız. Hatta karşıdaki kişi üzerinde baskı olmaması adına statü göstergesi olan, telefon, anahtar vb. simgelerin masalara konulmaması gerektiğini düşünmekteyim. Her etiket YALNIZLAŞTIRIR, taşımak zordur.
 
 
Çok Yalnızım, Çünkü Evliyim
Evlilik birliktelik için kurulur. Yani yalnızlığın aspirinidir. Doğal seratonin hormonu salgılar. Yalnızlığa karşı kurulmuş bir mekanizmadır. Bu sistemde yalnız kalmak ise dayanılmaz bir çaresizlik yaratır.
Eğer eşinizle aranızda DUYGUSAL bir mesafe söz konusu ise, siz bir evde iki kişilik yalnızlık yaşıyorsunuz demektir. İstediğiniz kadar ona sarılın, beraber paylaşımlarda bulunun ama içinizdeki o yalnızlık karşılıklı olarak giderilmez. Böylece eşler, devamlı bir mutsuzluk ve arayış içinde olur. Evli insanların yalnızlığı daha yıpratıcı olmaktadır. Kişi bunu kabullenmemektedir. Çünkü yokken yalnızlık kabul edilirken, varken yalnız kalmak sinir bozucu ve üzücüdür. Bu nedenle, bu durum bekârlara göre daha ağır geçer. Evlilikteki yalnızlıklar, dışlanmışlık ve yok sayılmak olarak algılanır. Evlilikteki yalnızlığın çözümü duygusal köprüyü inşa etmek ve açık sözlü olmaktır. İma etmek, inkâr etmek, muhtaç olmadığını göstermek için güçlülük maskesi takmak, sonucu değiştirmez süreci uzatır. Evlilikte yalnızlıkların temelinde, tıpkı tüm ilişkilerimizde önümüze çıkan bencillikler ve iletişim sorunları vardır. Bu temel nedenler, sorunların çözümü erteletir, bir tarafın devamlı ezilmesine neden olur aynı zamanda kavga çıkmaması için sorunların konuşulmamasına neden olur.
 
Yaşlıyım, Yalnızım
Yaşlılık dönemindeki yalnızlık aktivite ve enerji azlığı, bunun yanında sosyal uyaran eksikliği nedeniyle kendini gösterir. Ülkemizde, yaşam şartları en zor olanlar yaşlılardır. Çünkü toplumsal gelişimimize bağlı olarak yaşlılara için yaşam kültür alanı oluşmamıştır. Yaşlıların rehabilite edilmesi, üretken olması, iş ve iletişime dâhil olmasından çok, kenara çekilmesi kabul edilmektedir. Oysa bu sistem nedeniyle yaşlıların yaşamında en büyük sorunlar sağlık ve yalnızlık olmaktadır. 
Sağlık sorunlarından sonra yaşlıların en büyük ikinci sorunu yalnız kalmaktır. Ailelerin çocuk yapmalarındaki temel amaçlarından biri de yalnız kalmamak olduğuna göre yaşlılıkta çocuklardan ve akrabalardan beklentiler yükselmektedir. Çocuğun doğduğu dönemin paradigmasına göre düşünen ve geniş aileler kuran yaşlılar, beklentiler yerine gelmediğinde büyük bir kırgınlık ve değersizlik içine düşerler. Bu beklentiler hem çocuklarda vicdani –ruhsal zorluklar yaşatmakta, hem de çocuklarının evliliklerinde sorunun bir kaynağı haline dönüşmektedir.
Eğer bire planınız yoksa yaşlılığınızı ya TV ye ya da Torun bakarak geçirirsiniz.
 
Ülkemizde, yaşlıların en büyük fiziksel-sosyal faaliyeti torun bakmaktır. Bu konuda, bizim ülkemiz yüzdelik olarak kanımca dünyadaki üst sıralamalarındadır. Her anneanne veya babaanne doğal bir bakıcı gibidir. Hatta çiftler ebeveynlerine güvenerek çocuk yapma kararı almakta, çocuk yapmak için ebeveynlerine yakın yerlere taşınmaktadır. 
Sadece torunlara bakmak yerine, sportif, kültürel katılımlar yaşlıların oksijeni olmalıdır. Aslında ülkemizde yaşlılarımızın bu tip hobileri erken yaşlarda kazanması gerekir. Fakat yaşlılarımızın yaşlılıklarını çocukları üzerine kurmaları, kendi çözümlerini üretmelerine gerek duymamalarına neden olmaktadır.
Gelişmiş ülkelerde, anne-babalar çocukları için bir şeyler yapmak, onların varlığı ile mutlu olmak, onları yetiştirmek için çocuk yaparlar. 2000li yıllara kadar ülkemizde ilerde bizim için bir şeyler yapsınlar diye çocuk yapma kararı alınırdı.
Yaşlılık dönenimde mümkün olduğunca belli bir sosyal iletişim ağı kurmak, hareketsiz kalmamak, aktivitelere sağlıkları izin verdikçe katılmak, çocuklarının hayatlarında karar mekanizması olmak yerine destek mekanizması olmak daha akılcı bir tutumdur.
Yaşlılıkta yalnızlık, sosyal çekilme ve fiziksel enerjinin azalmasına bağlı olarak oluşmaktadır. Bu durumda ev içinde, çeşitli aktiviteler yapmak aile, akraba ve dostlarla iletişim halinde olmak gerekir. Yaşlılığın kabullenmesi ve ona göre planlaması için yaşlılık sürecinin kabullenilmesi gerekir.
 
Yalnız Kalmak İstiyorum Ama Mutsuz Oluyorum
Kişinin psikolojik durumu onun yalnız olmasını ya da yalnız olma durumunu belirler. Eğer yalnızlık kişiye acı veriyorsa, kişi günlük faaliyetlerden uzaklaşmışsa, kendini izole ediyorsa ve iletişimi çok zayıfsa depresif belirtilerin varlığı ortaya çıkmıştır. Uzman desteği gereklidir. Bu durumlarda yalnızlık kendi içinde gizli depresyonu da barındırır.
Genellikle insanlar bu belirtileri günlük hayatın bir parçası olarak görür. Bugün böyle hissediyorum der; fakat zamanla sinsice ilerleyen bir süreç başlar. Yalnızken mutlu olduğunu düşünmeye başlar ve düşünce davranışa dönüşür. Yalnızlık, beraberinde iletişimsizliği, daha az hareketi ve özgüvende azalmayı getirdiğinde uzmana gitmek için harekete geçmek gerekir. Bunun için ise gerçekten sorun olduğunu fark etmek ve kabul etmek gerekir.
Sosyal kaygılar, kendini ifade edememe, özgüven eksikliği, olumsuz eski yaşantılar, sorumluluk almaktan kaçmak gibi düşünsel ve duygusal özellikler yalnızlığı tetikler.
Toplumdan kendinizi soyutlamak bir yandan rahatlık sağlasa da, diğer yandan ani dibe vurmalarınızın, kendinizi zor anlarda fazlaca çaresiz hissetmenizin, küçük sorunları büyütmenizin ve farklı bir gözle bakmamanızın nedenini de oluşturur.
Psikolojik sorunlar ile yalnızlık arasında doğru orantı vardır. Sorunlarımız arttıkça hissedilen ve yaşanılan yalnızlık artar. Yalnızlık arttıkça da psikolojik sorunlar artar. O halde yalnızlık bir tedavi değildir. Yalnızlık, problem çözme gücümüzü elimizden alır. Yalnızlık güçsüzleştirdiğine göre, psikolojik sorunu olan veya kendini kötü hisseden birinin yalnızlığa sığınması problemi ve mutsuzluğu arttırır.
Mutluluğun düşmanı hareketsizlik ve yalnızlıktır. Frued’un dediği gibi “Mutlu olmak istiyorsan sev ve çalış.”
Oturduğumuz yerde hiçbir zaman kalıcı ve sağlıklı mutluluklara ulaşamayız. Anlık zevkler, mutluluk değil, hazdır. Bu nedenle bizi mutlu eden anlık kırıntılar ile değil kalıcı sürekli mutluluk kaynaklarını bulmalı ve yaşam tarzı haline getirmeliyiz.
 
Mutluluk Havuzumu Nasıl Dolduracağım?
 
Şekil olacak
 
Yukarıdaki şekilde bireyin aile, sosyal, iş ve ilişki yaşamının tüm yaşamına katkısını göstermeye çalıştım. Bu havuzda önemli olan yaşamın sürdürüldüğü her an ve mekânda yaşama bir katkı sağlamaktır. İş hayatınız, aile yaşamınız ve ilişkiniz, hobileriniz ve sosyal yaşamınız hayatınızın tamamının parçalarıdır. Bu parçalar aktif olduğu sürece yalnızlığa zamanınız kalmaz. Önemli olan parçaları doğru hareket ettirmek ve yerinde zamanında kullanmaktır. Ortalama her insanın hayatında bu parçaların en az ¾ ü mevcuttur. O halde geriye sadece bunların kıymetini bilip kullanmak kalır. Yalnız olmayan insanların çevreleri, diğer insanlara göre çok fazla değildir. Sadece ilişkilerindeki önem sıralamasını doğru yapmışlardır. Paylaşımları ve zamanlarını da planlamışlardır.
Mutluluk havuzu bize içinde bulunduğumuz yaşamın şemasını gösterir. Eğer havuzu doldurmak istiyorsak tüm muslukları belli oranda açmak ve kullanmak gerekir. 
Yalnızlaşan veya sadece tek bir musluğa mahkûm kalan bireylerin, hem daha çok talepkâr oldukları, hem de aşırı bir kaybetme kaygısı yaşadıkları fark edilir. Yukarıdaki örnekte, her musluğa eşit orantı verirsek katkıları 25 birim olur. Tabi ki eşit olması her zaman mümkün olmasa da dengeyi kurmak önemlidir.
Sadece ilişki musluğunuz ile havuzu doldurmak isterseniz hem musluğu zorlayarak bozabilir, hem de nafile bir çaba içine girmiş olursunuz. Partnerinize bağımlılık geliştirmeniz nedeniyle tüm zamanınızı onunla geçirmek, mutluluğu sadece ona bağlamak bir süre sonra onu boğacak, o size tabi olacak ve sanki tek görevi de sizi mutlu etmekmiş gibi algılamaya başlayacaktır. Tabi ki sonucunda ise sizi terk edecektir.
Tek bir yöntem ile mutlu olmaya çalışmak şekilde görüldüğü gibi tek bir muslukla havuzu doldurmaya benzer.
 
Yalnızlığı Aşmak İçin Neler Yapmak Gerekir? 
•Arkadaş edinme konusunda cömert olmalıyız. Çok fazla arkadaşınızın olması bir sorun değil, bir kazançtır. Arkadaş güçtür. Esas olan dostluktur. Herkes arkadaşınız olur. Hiç kimse gerçek dost olamaz.
•Sosyal açıdan bizi sınırlayan teori ve düşüncelerden arınmalıyız. Tek tip insanlar ile arkadaşlık etmek veya iletişim kurmak bir önyargıdır. Her insanın bir öyküsü vardır. Politik düşüncesi, boş zaman alışkanlıkları, dinlediği müzik türü, dini görüşü vs.den bağımsız olarak çevremizdekilere iletişime geçmeliyiz. İlişki kurmayı bilen ve sınırlarını çizen herkes çevre edinebilir.
•Kendimizi sorgulamalıyız. Biz neden arkadaş edinemiyoruz? Bu tip durumlarda: Kendini üstün gören miyim? Çekingen miyim? Bencil miyim? gibi soruları kendimize sorabilmeli ve cevaplar bulabilmeliyiz.
•İlişkilerimizde gündelik beklentileri değil, uzun vadeli hedefleri amaçlamalıyız. Anlık menfaat ilişkileri yerine dostane samimi ilişkilere önem vermeliyiz.
•İnsanlara güvenmek konusunda önyargılarımızla değil, ortam ve iletişimin boyutuna göre hareket etmeliyiz. İnsanlara güvenmediğimiz sürece derin ve güvenilir ilişkiler kuramayız. İletişime geçmeden kişileri tanıma ve haklarında fikir edinme şansımız olmaz.
•Güvenmek için tanımak lazım. O halde tanımadan güvenilir olup olmadıkları hakkında önyargıların bizi yönlendirmesine izin vermemeliyiz.
•Arkadaşlık ve dostluk kriterlerini gerçekler üzerine kurmalıyız. Statüye, makama dayalı kriterler sağlıksızdır. Bu güçlü görünme çabasının ve özgüven eksikliğinin göstergesidir.
•Karşı cinsle olan ilişkilerde beklentilere duyarlı olmalıyız.
•Eğer yalnız isek ve bu bizim tercihimiz ise bunu reddetmemeli kabul ederek çözümleri araştırmalıyız. Geçici çözümler sadece günü kurtarır. Yani balık almak yerine balık tutmayı öğrenmek gibi.
•Yalnızlığı yenmek için gerçekçi olmayan yöntemler yerine bizi geliştirecek aktiviteler bulmalıyız. “İletişim yüz yüze olmalı.” ilkesini unutmamalıyız. İletişim kurmak amacıyla sanal âlemde sosyalliğe sığınmamalıyız. Sanal âlem sadece köprü görevi sağlar.
•Sanal âlem, sosyal bir ağdır. Ama gerçek bir yaşam değildir. Eğer sanal aleme alışır ve onu gerçek bir alem olarak görürseniz, zamanla reel hayata adapte sorunu yaşarsınız. Sanal âlem, iletişim ve gerçek hayatta ilişki kurma gücünüzü köreltir.
•Psikolojik yalnızlık ile ilgili, kendilik algımızı geliştirmeliyiz. Olumlu, güçlü yönlerimizi unutmamalı, zayıf noktalarımızı geliştirmeliyiz.
•İçsel yalnızlığın, problem çözme yöntem eksikliği ve özgüven ile ilişkili olduğunu fark etmeli ve bu konuda destek almalı, kişisel gelişim kaynaklarından faydalanmalıyız.
•Eğer içimizdeki duygusal yalnızlığını nedenini bilemiyorsak; bir uzmandan yardım almalıyız. Farkındalık ve destek çalışmaları ile aşılabilir.
•Yalnız kalmak ve yalnız olmak, kendine yetebilmek değildir. Yalnız kalarak bunu test etmemeliyiz. Yalnız olmak ve kalmak uzun süreli ise, kendimize yetmediğimizi gösterir.